Depremlerin bıraktığı iz
Elazığ-Malatya depremi gündeme oturunca bir yazıda küçük değini olarak Lizbon depremine yapılan gönderme dikkatimi çekti. Merak ettim ne olmuştu tarihte Lizbon depreminde acaba. Birkaç kaynaktan hikâyesini okuyup derledim...
1755 Lizbon depreminde “kıyamet” denilebilecek boyutta 9.0 şiddetinde depremde 100 bine yakın insan ölmüş, (kimi kaynaklara göre 60 bin) ardından gelen tsunamiyle birlikte de Lizbon adeta yerlebir olmuş.
Lizbon depreminden yola çıkarak depremden dört yıl sonra 1759’da yazdığı Candide adlı eserinde Voltaire; Leibniz ve Papa’nın ilahi kadere gönderme yapan yaklaşımını eleştirerek depremin Tanrı’yla hiçbir ilgisinin bulunmadığı düşüncesiyle bir doğa olayı olduğunu savlayarak; “deprem jeolojinin konusudur.” der.
Voltaire, Candide adlı eserinde Lizbon depremini anlatır. Kitabın “Gelecekteki Depremlerin Önlenmesi İçin Harikulade Bir Ateş Nasıl Yakıldı” bölümünde, Portekizli bilginlerin harabeye dönmüş kentin eski haline getirilebilmesi için devasa bir engizisyon ateşi yakılması gerektiğine karar verdiğini, bunun için Coimbra Üniversitesi’nin “öncülük” ettiğini yazar.
Ülkenin ileri gelenleri ve din insanları bir araya gelip Lizbon şehir meydanındaki ateşi törenle yakarlar. Ancak törenin dinsel açıdan da tamamlanabilmesi için depremin günahlarının üzerlerine yükleneceği kurbanlar da gerekmektedir. Törenin bu eksiği, “içine şeytan girmiş” iki kişinin yakalanmasıyla tamamlanır. Bu iki kişi, üstlerine giydirilen sanbenitolar (engizisyon döneminde suçlulara giydirilen giysi) ile devasa odun yığınının ortasındaki direğe bağlanarak diri diri yakılır.
Engizisyon bununla da yetinmeyerek ülkedeki günahkârların çokluğunu düşünerek Tanrı’nın kendilerini depremle sınava tabi tutup cezalandırdığını savunan Katolik Kilisesi, tüm ülkede cadı avı başlatır. Çeşitli şekillerdeki ihbarlarla ve büyük çoğunluğu masum Lizbonlular asılarak veya yakılarak katledilir. Kilisece depremin çaresi bulunmuştur: “Günahkârların yakılarak, asılarak öldürülmesi.”
Aydınlanma akımının “haşarı çocuğu” J. J. Rousseau; konuyu Voltaire ile polemiğe taşırarak; Voltaire’in söyleminin “halkın acılarını hafifletmediğini” vurgulayarak ona şu soruyu sorar: “Deprem bir doğa olayıdır, kabul… Peki, depremlerde neden sadece yoksullar ölüyor?”
Haklı bir sorudur Rousseau’nunki!
Çünkü 1 Kasım 1755 günü Lizbon’da kutsal “Azizler Günü” kutlanıyordur. Ve tam da o sabah 09.40’da deprem olmuş ve Lizbon’un yüzde 85’i yerle bir olup yüzbine yakın insan ölmüştür.
Tarihe kalan soruya baktığımızda yoksulların ölümü ve yoksulluktan kötü yapılmış barınakları, sığınakları, evleri depreme kurban gitmiş / gitmededir.
Ve hâla kimileri bugün de çıkıp deprem, sel, heyelan gibi doğal afetler sonrasında ilahi vaazlar verme hakkını kendilerinde bulmaktalar.
Oysa soru cevapsız yargısız orta yerdedir. Doğa afetlerinden en az zarar, ziyan, insan kaybının önüne nasıl geçilecek! Ne tür önlemler alınacak. Ve depremden hemen sonra çok hızlı ve işini çok iyi bilen bir müdahale örgütlülüğü nasıl sağlanacak!