De-mok-ra-si
Sonbahar şiddetli sancılarla bir doğum gerçekleştiriyor bunu hissetmek zor değil. Demokrasi kuram ve kurallarıyla ülke gündemini zorluyor. Az frekanslı da olsa ekonomi, çok yüksek ritimlerle Kürt meselesi, kavga havasında konuşuluyor.
Artık en faşistin ağzından bile bahar yağmurları akışında demokrasi akıyor ve havariliği yapılıyor. Öldüresiye dövdükleri insanlara karşı rahatlıkla ifadeleri şu oluyor: Çocukları öne sürmek hangi demokrasiyle bağdaşır demokrasi söylemi bu halde akla Denize düşen yılana sarılır. getiriyor. Demokrasiyi bırakın demokrasiden bahsedenleri linç edercesine dövenlerin bu gün demokrasi demesi çok tuhaf geliyor çünkü onlara göre demokrasi bu ülkenin altına konulan dinamitti bir anlamda da yılan.
Hala yazdığımız yazılara tahammül etmeyip küfür ve tehdit savuranların, içinde demokrasi kelimesi geçen cümleler kullanması tuhafıma gidiyor.
Hatta sinkaflı sözlerle başlayan cümleler kuranların demokrasiden söz etmeleri kadar garip ne olabilir ki.
Ülkede kanayan yara haline gelen Kürt meselesinde çözüme dair usumuz fırsat verdikçe yazıyor olmamız katlimize vacip olmaya yetiyor. Kimi nefes alman süren 24 saat olurdu derken kimi ise Azrail"den söz edip korku yaymaya çalışıyor. Korkusunu bastırmak için.
Korkuyu korkuttunuz mu? demek ne manidardır değil mi?
Vatanperverlik bir ulvi sevgi biçimidir ki bunu yürekte taşımak için cesaret ister. Cesaret ile birlikte akıl da.
Vatanseverlikte vatan akılla korunur insan öldürmeyle değil. Küfür, tehdit etmekle hiçbir şeyin korunamayacağını aklı başında herkes bilir. Ayrıca vatanperverler vatanlarını kendileri korurlar maaş vererek koruculara korutmazlar. Maaşlı vatanperverler yaratmak doğru olmadığı gibi ciddi anlamda bir kusurdur.
Bakınız sayısı 70 binle ifade edilen koruculara ayda verilen para değeri ile bu korucuların bir çift koyun beslediğini hesaplayarak ülkeye kazandırdıkları ile kaybettirdiklerini sıralayabiliriz kısaca.
Böylece 400 milyar dolarla ifade edilen iç ve dış borçlara ne kadar katkı sağlanacağını da anlamış oluruz. Şu ekonomik kriz denilen global fırtınanın ülke üzerine gelirken avantajlarını ve dezavantajlarını kolaylıkla görebiliriz o zaman. Şüphesiz ki koyun besleyerek ve korucu maaşlarını biriktirerek iç ve dış borç ödenmez ama bu anlama gelebilecek bütün harcamalar kesildiği zaman tekne su almaktan kurtulur.
Tekstilde dünya devi konumundaki bir ülkede eğer ülke devi bir şirket iflas edebiliyorsa biliniz ki iflas su gibidir ve yatağını bulur. Onun için iflas olmaz dememek lazım bunun önlemini de almak şart diye düşünmeli insan.
Burda şunu demeli; ülkede yaşayan herkesi ve kesimi maksimum da olsa üretime katmak gerekir. Üretime geçen halkın alt yapı, kimlik, dil gibi meseleleri çözülmüş olmalıdır. En önemlisi güven meselesini yeniden güçlendirmeli ve zayıf durmasına yönelik bütün ihtimalleri ortadan kaldırmalı.
Kişiler toplumsal reaksiyonlarda reflekslerini doz ötesi kullanırken bu yüksek dozdaki tansiyonunu yaratan etken ve sebepleri ortadan kaldırmak için çok yoğun olarak akademisyenlerin kapısı çalınmalıdır.
Toplumsal barışın imzası en nihayetinde kalemle atılacaktır.
Onun için şiddet ve şiddete dayalı bütün savlar gözden geçilmelidir.
Aksi halde arzu edilen ya da sözde terminolojisiyle istenilen demokrasi hep taşların ve kurşunların çatışmasında kalacaktır. Buradan da rantiyeler kazanır halklar kaybeder sonucu çıkar.
Artık kendi hukukunu kendi raconlarına göre biçenlere karşı da toplum bilimcileri bir tanı bulmalı ve çekinmeden de halkla paylaşmalı. Bu psikolojinin esas nedenlerini ortadan kaldırmak için bu yapmalı.
Somun ekmek gibi iki elinle ikiye bölecekmiş gibi kolay anlatılan o çok meşhur bölücü paranoyadan kurtulmalı.
Yoksa demokrasi mandal gibi lazım olduğu zaman gelir diğer zamanlarda kuytu bir köşede, çekmecelerde durur öylece.
Ne yurtta sulh ne de cihanda sulh olur böylece.
Artık en faşistin ağzından bile bahar yağmurları akışında demokrasi akıyor ve havariliği yapılıyor. Öldüresiye dövdükleri insanlara karşı rahatlıkla ifadeleri şu oluyor: Çocukları öne sürmek hangi demokrasiyle bağdaşır demokrasi söylemi bu halde akla Denize düşen yılana sarılır. getiriyor. Demokrasiyi bırakın demokrasiden bahsedenleri linç edercesine dövenlerin bu gün demokrasi demesi çok tuhaf geliyor çünkü onlara göre demokrasi bu ülkenin altına konulan dinamitti bir anlamda da yılan.
Hala yazdığımız yazılara tahammül etmeyip küfür ve tehdit savuranların, içinde demokrasi kelimesi geçen cümleler kullanması tuhafıma gidiyor.
Hatta sinkaflı sözlerle başlayan cümleler kuranların demokrasiden söz etmeleri kadar garip ne olabilir ki.
Ülkede kanayan yara haline gelen Kürt meselesinde çözüme dair usumuz fırsat verdikçe yazıyor olmamız katlimize vacip olmaya yetiyor. Kimi nefes alman süren 24 saat olurdu derken kimi ise Azrail"den söz edip korku yaymaya çalışıyor. Korkusunu bastırmak için.
Korkuyu korkuttunuz mu? demek ne manidardır değil mi?
Vatanperverlik bir ulvi sevgi biçimidir ki bunu yürekte taşımak için cesaret ister. Cesaret ile birlikte akıl da.
Vatanseverlikte vatan akılla korunur insan öldürmeyle değil. Küfür, tehdit etmekle hiçbir şeyin korunamayacağını aklı başında herkes bilir. Ayrıca vatanperverler vatanlarını kendileri korurlar maaş vererek koruculara korutmazlar. Maaşlı vatanperverler yaratmak doğru olmadığı gibi ciddi anlamda bir kusurdur.
Bakınız sayısı 70 binle ifade edilen koruculara ayda verilen para değeri ile bu korucuların bir çift koyun beslediğini hesaplayarak ülkeye kazandırdıkları ile kaybettirdiklerini sıralayabiliriz kısaca.
Böylece 400 milyar dolarla ifade edilen iç ve dış borçlara ne kadar katkı sağlanacağını da anlamış oluruz. Şu ekonomik kriz denilen global fırtınanın ülke üzerine gelirken avantajlarını ve dezavantajlarını kolaylıkla görebiliriz o zaman. Şüphesiz ki koyun besleyerek ve korucu maaşlarını biriktirerek iç ve dış borç ödenmez ama bu anlama gelebilecek bütün harcamalar kesildiği zaman tekne su almaktan kurtulur.
Tekstilde dünya devi konumundaki bir ülkede eğer ülke devi bir şirket iflas edebiliyorsa biliniz ki iflas su gibidir ve yatağını bulur. Onun için iflas olmaz dememek lazım bunun önlemini de almak şart diye düşünmeli insan.
Burda şunu demeli; ülkede yaşayan herkesi ve kesimi maksimum da olsa üretime katmak gerekir. Üretime geçen halkın alt yapı, kimlik, dil gibi meseleleri çözülmüş olmalıdır. En önemlisi güven meselesini yeniden güçlendirmeli ve zayıf durmasına yönelik bütün ihtimalleri ortadan kaldırmalı.
Kişiler toplumsal reaksiyonlarda reflekslerini doz ötesi kullanırken bu yüksek dozdaki tansiyonunu yaratan etken ve sebepleri ortadan kaldırmak için çok yoğun olarak akademisyenlerin kapısı çalınmalıdır.
Toplumsal barışın imzası en nihayetinde kalemle atılacaktır.
Onun için şiddet ve şiddete dayalı bütün savlar gözden geçilmelidir.
Aksi halde arzu edilen ya da sözde terminolojisiyle istenilen demokrasi hep taşların ve kurşunların çatışmasında kalacaktır. Buradan da rantiyeler kazanır halklar kaybeder sonucu çıkar.
Artık kendi hukukunu kendi raconlarına göre biçenlere karşı da toplum bilimcileri bir tanı bulmalı ve çekinmeden de halkla paylaşmalı. Bu psikolojinin esas nedenlerini ortadan kaldırmak için bu yapmalı.
Somun ekmek gibi iki elinle ikiye bölecekmiş gibi kolay anlatılan o çok meşhur bölücü paranoyadan kurtulmalı.
Yoksa demokrasi mandal gibi lazım olduğu zaman gelir diğer zamanlarda kuytu bir köşede, çekmecelerde durur öylece.
Ne yurtta sulh ne de cihanda sulh olur böylece.