Darağaçsız asılmak
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte dağların arasındaki yalnızlığından başka bir şeyi tanımayan insanımızın önündeki çarpık engel silsilesi ayrıca bir yalnızlaştırmıştır onu.
Tarihin penceresinden bakıldığında bu dağlara açan her çiçeğin rengine hayran kalmamak mümkün değildir. Tabiat ana rahminin direnişini her mevsim sonsuz bir berraklıkla sunar yeryüzüne.
Ancak o pencerede Kürdün yaşama karşı verdiği mücadelenin ne kadar zor ve çekilmez olduğunu da görmek mümkündür. Zorlu yaşam mücadelesine inkâr edilmişliği, yok sayılmışlığı da ilave edilince içinden çıkılmaz bir haldir tek başına
Bu sebeptendir ki; yaz-bahar ayları gelince, rüzgârın kollarında bir o yana bir bu yana sallanan yeşil örtünün bu yaşama ağıt yaktığını sanırsınız adeta
Ve mevsim kar beyaz reçme çekince dağların eteğine bir başka ağır olur yaşamak. Gökyüzüne kadar beyaz olan dünya barışı andırır olsa da o esasen dağların sabrı kadar sabrı olan Kürdü bir kez daha sınar.
Depremlerde, taşkınlarda, sellerde, çığlarda doğayla verdiği savaş bir yana kendine saldıran diğer etkenleri bertaraf edebilmek için çok çaba vermişse de kaç nesil toprağı göğüslemiştir biliriz.
Ev ile tarla, tarla ile gelir arasındaki bağı güç kazanmaya başlar başlamaz onu sömüren ağa ve takva sahneye çıkar.
Kimliğine sahip çıkma noktasında en çok bu iki etkeni görmek mümkündür. Bu iki etkeninde beslendiği uzantının sistemin içindeki derin ilişkiler olduğunu kestirmek zor değil.
Ağanın, şeyhin ve derin düzenin çarmıhında gerildikçe gerilen insanımızın kurtuluşu yine kendi inancının öz güveninin oluşmasıyla sağlanabilecektir.
Sıkıyönetimin yine olağan üstü halin bu gün güvenlik bölgesi marifetine dönüşümünde Kürtler vardı söyleyebiliriz bunun için kâhin olmaya gerek yok.
Onlarca yıldır bölgede devam eden savaşın bir türlü bitirilememiş olması buna paralel eğitimin, sağlığın, ulaşımın, iletişimin kaplumbağa hızıyla gelişi bölge insanını psikolojisinden etmiştir demekte doğrular arasındaki yerini alır.
Özellikle bu çarpık yaşam arenasında kadın ve gençlik en çok zarar gören gerçeklikteki yerindedir.
Bir dönem Batman ve Diyarbakır da kendini sunan ölümler dizisi adı geçen yerleri adeta ölüm bölgesi haline sokmuştu.
Şimdi aynı sahnenin Hakkâri de ortaya çıkmış oluşunu gözlemliyoruz.
Daha korkutucu boyutlara dönüşmemesi için sosyal yaşamdan iyice koparılmış ve korkular panelinde geleceği belli olmayan bir yere sürüklenişi yaşanılır hale sokmak için iktidarın projelerini gerçekçi bir mantıkla ortaya sokması gerekmektedir.
Bölgede şu sıralar ciddi boyutta artan takvanın elini çabuk tuttuğu gözden kaçmamaktadır. Artık en ve tek sosyal paylaşım olan düğünlerde haremlik ve selamlıkların oluşturulması da pek moda olmaya başladı. Bunun yanı sıra türbanın sokakta ayak uzatması oldukça hesaplıdır.
Kadına ve gençliğe yönelik projelerin içinde artık sadece dört duvar arasına kapatılmak var.
Bu olumsuzlukların bütününün sonucu artık tandır evlerinin kararmış dam direklerinde kendi ipini çeken insanların ve bu insanların ardında bıraktığı muammanın üstüne gidilmesinin zamanı geldi.
Kendi yaşamına son veren bu insanların cesetleri sessiz sessiz kıyıya vuruyor.
Unutmamalıyız ki her yiten yaşam kerpetenle etimizden bir parça çekilmesi anlamına gelmelidir o acıyı biz his etmeliyiz ki anlayabilelim.
Ve düşünelim zaten bizlerden biri olan bu insanlar yarın eşimiz ve çocuğumuz olarak karşımıza çıkabilir, bu anlamda da bana ne? Deme şansımız olmamalı.