Barış
Yoksul bir ailenin tek çocuğuydum, anam, babam çiftçilikle geçiniyorlardı. Beni de çiftçilikten kazandıkları parayla okuttular, yaz tatillerinde bende onlara yük olamamak için bir uğraşlar verir, kazandığım paralarla onların bütçelerine karınca-kararınca destek olurdum. O yıl üniversite sınavına girmiştim, bir gün postacı bütün eziyetimin, bütün emeğimin karşılığı olan sınav sonucunu getirmişti.
Üniversiteye girmeye hak kazanmıştım.
Bu sevinci, bir telaşla tarlaya annem ve babama koşturarak müjdeledim. O yaşlı bedenlerden çıkan sevinç çığlıkları, kulağıma bir çan sesi gibi inledi. Gece uykuya geçmeden önce düşünüyordum. Memleketim çorumdan ilk defa ayrılıp, hem okumak için hem de hayatımda ilk defa bir başka şehri yani İstanbulu görmek üzere gidecektim.
Yoksulluk o sevincime bir paslı bıçak gibi saplanıyordu.
O mega şehre, dünya şehri, metropole bir 1986 baharında geldiğimde büyülenmiştim, ömrümde ilklerle karşılaştığım yıldı 1986. O daracık dünyamın dünyaya açılan penceresinde yeni insanlar oluştu. Bu belirgin insan portreleri yoluma pusula oldular. Memleketim Çorumdan başka yerlerin varlığını hissetim. Elbette ki bununla birlikte olağanca hızıyla her şey değişiyordu dünyamda.
Bir kere her şeyden önce düşünmeyi öğrendim...
Yoksul ama onurlu, ama hırslı mücadelemizin sonunda ülkemize ve insanlarımıza hizmet vermek üzere Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olmuştum.
Bir gün bu mega şehirden, memleketim Çorumdan ayrılıp görev yapmak üzere ismini duymadığım, harita üzerinde bile gözümü kaçırdığım, doğunun saçakları buz sarkıtlı, baharı mis kokulu ilçesi Yüksekovaya gelecekken köyümüzün bir yaşlısı otobüs terminalinde:
Oğlum Barış gel bu deliliğinden vazgeç, orda insanlar mağaralarda yaşarlar, gel Allah korusun keserler.demişti,
Git yolun aydın, bahtın pek olsun diyeceğine, babam: Aldırma orda yaşayan insanların sana ihtiyacı var, git oğlum Allah yardımcın olsun.dedi akli selimce... Anacağım ise dayanamayıp bayılıvermişti oracıkta.
Şimdi şehirlerin arasından geçiyordum. Şahin bakışlarla ince ayrıntıyı bile kaçırmamaya özen gösteriyordum. Geçmişte yaşadıklarım aklımdan bile geçmiyordu.
Sanki yeniden doğmuştum, bundan sonra yaşayacaklarımı tahmin bile etmiyordum.
Bu anlamsız düşler arasında, sabah vakti minibüs şoförü Savaşla Vanda tanıştık Yüksekovalıymış ve oraya gidiyormuş, üç-dört saat sürecek minibüs yolculuğumuzda üç-dört bin yılı yaşamış gibi oldum.
Savaş, ilkokul mezunuymuş, köyde okumuş ama hayatı o kadar yakından tanıyor ki henüz 20 yaşında olmasına rağmen coğrafyamızda gitmediği, görmediği yer kalmamış. Bir deli dolu yiğit, bir sevdalı, bir entelektüel, bir emekçi, bir hümanist, bir sanatçı bu meziyetin, bir insanda olması muhtemeldir; ancak, bu kadarda pekişmesi muhteşemdir.
Şehre bir Eylül ayında sapsarı bir ovadan tepelerin yamacını bir ip gibi geçen yolun kırık, dökük asfaltı üzerinden çarşı merkezine geldik. Savaş, yolcularını bıraktıktan sonra beraberimde Milli Eğitim Müdürlüğüne geldi.
İşlerim bittikten sonra alıp beni eve götürdü.
20 nüfuslu bir ailenin 21nci ferdiydim sofrada, aile efratları o kadar ilgi göstermişti ki o anı ömrü billah unutamazdım.
Şehre ve şehirde yaşayanlara alışmamda destekleri çok büyük oldu. Hatta derse girdiğim ilk gün sınıftaki çocuklara bakarken, Çorumdaki köyümün çocuklarıymış gibi geldi; ama davranışlarında savaşın olgunluğunu, edasını görüyordum.
O yıl okul sezonu bitmişti, yaşlı annem ve babama hasretimi gidermek için memleketime gidecektim. Son akşam Savaşlara vedalaşmak için gittim. Babası Hacı Resul: Seni savaş götürsün, tek başına göndermeyelim.dedi.
Bende Hacı ben çocuk değilim giderim savaşın işi gücü var olmaz dedim. Hacı: Olur mu sen bana emanetsin, ötesinde seni evlat olarak belledim, anana babana sağ salim ulaştırmazsam rahat olamam dedi.
Diğer gün sabah savaş işe gitmedi, otomobilleriyle beni Çoruma götürmek üzere yola koyulduk.
Hiç unutmam Savaşın annesi Hangül yolda acıktığımızda yememiz için azık bırakmıştı.
Anam bile yapmamıştı bunu bana.
Neyse ki sağ salim köye varmıştık. İki- üç gün sonra bir akşam köy kahvesine gittik. Yüksekovaya giderken otobüs terminalinde gitme diyen köyümüzün yaşlısı yanımdakinin kim olduğunu sordu. Ben de Hani onlar mağarada yaşar, adam keser demiştin ya terminalde, işte o mağarada yaşayan, adam kesenlerden biri... Oraya gittiğim günden beri üzerime titreyen beni ailenin 21nci neferi olarak gören ve yalnız gelmeme gönülleri razı olmayan, evin gelirini sağlayan tek kişiyi de işinden edip benimle, buraya yani sizlere sağ salim teslim etmek üzere gelen Savaşdedim.
İhtiyar biraz mahcup: Barışın ve Savaşın bu kadar barışık olduğunu ilk defa görüyorum sağ olun çocuklar, bana bunu yaşattığınız için.dedi.
İrfan Sari
Şubat 2002 - Çorum