İrfan Sarı

İrfan Sarı

Aşka yaslanan ömür

Aşka yaslanan ömür

Sîtî ana onca çocuğu ve torunu olmasına rağmen, fırsat bulduğu her ortamda “ez bêkesîm” der dururdu.

Ak teni, mavi gözleri ve o pamuk pamuk bakışlarıyla melekti…

Hele yüreğindeki insan sevgisi anneliğini alıp en yüce yerlere taşımıştı. Torunları ve çocukları onun bu insancıl tarafından kendilerine düşen payı almış ve ona sadakatle sarılıyorlardı.

Nene torun ve anne çocuk sevdası aile içini aşıp, konu komşuya kadar sıçramıştı. Artık konu komşu çocukları da onun için birer yürek parçasıydı ki bu tutum ona bu vesileyle de oldukça özel bir sevgi bağı kazandırmıştı.

O gülerken dünya ısınıyordu abartısız…

Ölüm, annesi ve babası ile aralarına erkenden bir ayrılık koymuştu. Geçmiş yüzyılın orta yerindeki seferberlik diğer aile bireylerini de almıştı ondan. Tek başına sırtladığı hayata çok sonra çocuklarının babası Hasanla devam edecekti.

Bu aşk mıydı yoksa bura insanına kader diye vuslat olan mıydı bilinmez.

Fakat bilinen bir şey vardı, o da bir asır yarısını geçecek olan ömür birlikteliğinde, iki insanın kavgasından, aşkına kadar kın ile kılıç gibi birbirinden hiç ayrılmayışı. Ekin tarlaya düştüğü andan itibaren, sofraya gelene kadar bir yüksek uyumla, dayanışmayla güç kattılar birbirlerine.

Dünyaya her gelen evlat umut oldu yarınlarına…

Çoğaldılar, çoğaldıkça hüzünleri ve sevinçleri birbirini alt etmek için yarıştı hep. Acı ekmek teknelerinden, kursaklarından geçti ama mutluluklarını bölemedi. Mutluluğu dağlardan sevgi sevgi topladılar.

Sîtî ana, köy yerinde sevgi anaya çıkan adına rağmen, fırsatını buldukça ev halkına “ez bêkesîm” derdi yine de…

Gülerek artırılan sohbetlerde çocuklar ve torunlar sevgilerini arşa değecek kadar yükseltirlerdi. Buna rağmen o, kimsesizliğinden hep dem vurdu. Geceler ve gündüzler boyu düşünürdü, pencereden seyrederken dışarıyı, kamet edip namaza durmazdan evvel, kızların saçını tararken ve örüklerini örerken, oğullarının kokusunu ciğerine çekerken hep sızlandı… Sızı duyduğu için belki…

Ta ki ömrünün en geç yerinde bulana kadar yeğenlerini.

Oğullardan biri telefon ediyor: “éné, dema te dîgot ez bêkes îm, me nê karîbû te, tu niha bûy xwedankes êdî em qet û qet  nikarîn te” (biz sen kimsesizim dediğin zamanlarda baş edemedik senle, şimdi kimselerin oldu hiç mi hiç baş edemeyiz senle ana…)bu müjdeci konuşmanın ara satırlarına sevinç sözcüklerini sitemkar eden oğul sesiydi…

Bu yeni buluşma çok sürmüyor, doyamadan yeğenler ve Sîtî ana birbirlerine bir gece uyur gibi ayrılıyor dünyadan.

Hasan amca 90"a dayanmış ömrüyle anlatıyor ölüm anını.

“ Biz ikimiz, sabah namazına uykumuzu kuruyorduk. Ezan sesi dolaşmadan evlerimizin içini uyanır hazırlanırdık ve yaratana yönelirdik. Ahdimize bir de dua etmiştik ikimizi birden al diye. Her sabah benden evvel uyanan Sîtî bu kez hala uyuyordu. Seslendim!

“Sîtî ka rabe vextî nêvêjê ye!”(Sîtî uyan namaz vaktidir!) Uyanmadı.

Dürttüm.. Eli elime değdi, soğuktu az. Uyuyor gibiydi. Anladım ki uyanmayacak artık. Neredeyse bir asırlık ömrümde bu kadar içerimden bir kopuş hiç yaşamamıştım. Kelimeler benden izinsiz çıktı.

Hey! Bedbext kanî qevlî mîn û te…(Be hey bahtsız hani birbirimize sözümüz)

Böyle bırakıp gitmek değildi sözümüz ben sensiz neylerim şimdi. Neylerim bir başıma!”

O koca adam göz torbalarının üstüne gözlerindeki bulutlardan tane tane yaşlar düşürdü. Burnuna gelip oturan ıslaklık beyaz mendili ile buluştukça, ağır ağır kalkan kolları onu arıyordu adeta.

İsyan etti.

Ömrümü adadığım bu çiçeği benden alırken, yaratan bir şey biliyordu elbet. Ama bu sonbaharımda beni yalnız bırakmamalıydı.

İçinde kopan fırtınalarını estirince durgundu, üzgündü ve kimsesizdi sanki…

Sanki o maviş gözlü yol arkadaşı yanındaymış gibi konuşuyordu, o kadar sadık ve o kadar bağlı, o kadar içten. Ama gitmiş gibi de konuşuyordu, titreyen dudaklarının arasına sözler kurşun gibi hızlı geliyor, saplanıyor, acıtıyor ve öyle çıkıyordu…

Eğer bilseydi Sîtî ana bu adamın şimdiki halini, eminim hiç durmaz göğsü üstündeki toprağı deşer açardı…

Ve anlardı ki; O ömründe bir salise bile kimsesiz değilmiş. Hiç kimsesiz olmamış.

Ömrünü aşka yaslamış.

Ömrü dolu akraba, dolu yeğen, dolu ana-baba sevgisinden daha içre bir sevgiye dayanmış.

Ömrün bir sınırı olmayaydı keşke! Sınırında mezarlar. Dönüp bir bakışla mavi gözlerini yüreğine dikseydi Hasan amcanın, anlaşılırdı ki; bu iki yürek iki cihanı daha devirir, hayal dünyasının mucizesini sunarlardı insanlığa sonra…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
İrfan Sarı Arşivi