Yaz ve çocuk geldi fikrime
Yaz gelince tıklım tıkış olurdu gölgelikler. Güneş avlusunda kimseyi saklı tutmazdı. Suları içen toprak dağ yamaçlarını sararmış bitki yapraklarına terk ederdi. Bahar sularıyla düzlüklere taşınan alüvyonlar dikenli bitkilerin barındığı yerler haline getirirdi yamaçları.
Yaz gelince suyun zerresine kitabeler yazılırdı. Su, kutsal ve sevgili olurdu her mevsimden çok, derelerde, akarsularda, nehirlerde bir daha anlamlaşırdı.
Bir dağ köyünün kuzeyinden akan derenin etrafına toplanan çocuklarda suyun serin koynuna girmek için minnacık elleriyle kıyıdan taşları taşıyıp bir bent oluşturdular. Bu çocuk ustaların yaptığı bendin arkasına biriken suların oluşturduğu gölet yüzmek için iştah çekiyordu. Onlarda emeklerinin havuzunda bedenlerini serinliğin havasına bıraktılar. Avuçlarını suya çırpıp suyu çıldırtmakta üstlerine yoktu. Dalga gibi dinginliğinden fırlayan sulara gülüşlerini de bırakıp Mor dağına aks ediyordu sesleri. Ama güneş sinsi sinsi duruyordu tepelerinde dik oklarını salıyordu narin bedenlerine bundan vesile sigara kağıdı inceliğindeki derileri yanmamak için ille de ile suda kalmalıydı. Her şeye rağmen mutluluklarına kimse ilişemezdi. Derileri yansa, su kabarcıkları oluşsa, canları yansa bir kulaçlık keyifleri etmezdi.
Çocuk olmanın mutluluğunu yaratmışlardı bu küçük ustalar.
Çok mutlu olmak için bahaneleri yoktu. Çünkü bu dağlarda çok mutluluktansa sadece mutlu olmak bile yetiyordu. Gökyüzünde uçan kuşların figürleri, çığlıkları onlar için bir mutluluktu. Nitekim az önce oluşturdukları su havuzundan ötürü her biri bir ülkenin lideri kadar gururluydu. Ve melekler kadar mutluydu.
Mutluluğun resmini çizmek bu olsa gerek ustam! Muhtemeldir ki Abidin Dino mutluluğun resmini böyle çizerdi.
Kimi kara kuru, kimi çelimsiz, kimi ferman gözlü, kimi çocukluğun altın saçlısı, kimi pembe yanakların ana karası, kimi gülmenin doğan güneşi. Adı Meylim, Rüya, Rostem, Mirşat…
Unutulmuş kimsesiz konulmuş insanlığın boy verdiği ana karanın isimsiz çiçekleri… Hem de dağ çiçekleri. Esmer yaşamın dağ çocukları.
Biri birilerinin can yoldaşı.
Öykülerini birbirilerine aktarırlar ancak. Öyle içli, öyle yalın, öyle gerçek üstü.
Kolunuzun uzunluğu kadar uzaklıktaki ülkeye dairde çok efsanevi hikâyeler vardı, Kaf dağının arkasındaki masallar kadar çoktu ve yaygındı söylemler. Öyle ki çocukların sohbetlerine bile karışıyordu yerli yersiz.
Çocukların denizi yoktu, onun için gemileri onların hayallerindeydi. Fırtınalara kapılsa bile gemileri hayallerinde deniz mili yol alıyordu. Köşkleri yoktu, bahçesinde havuzları da, havuzlarında şişirilmiş botları da. Ama suya verecek bedenleri bedenlere siper ettikleri sevinçleri vardı böyle.
O köy deresi onların hayallerinin denizleriydi. Sınırsız hayallerin doruklarında koşmak, gülmek çocukluğun altını üstüne getirmek kanundu onlar için. Nizamdı.
Ve yarma dağların sırt sırta verdiği bu dağ köyünün çocukları hayallerine az ötedeki İran’ı da katarlardı. Az önce doyasıya yüzdükleri sudan çıkıp ıpıslak atletini sıkmaya çalışan Meylim gibi.
Meylim penye atletinin çektiği suları sıkmak için gölletin ağzındaki akıntıyı hesap etmeden dalmışken çocukluğuna elinden düşürmüştü. Suyun akıntısı mini minnacık atleti alıp götürünce yapacağı pek bir şey yoktu. Koşsa yetişemeyecekti. Suyun yönü İran’a doğruydu. Fakat diğer çocukların gözünden kaçmamıştı bu durum. Doğal olarak hep bir ağızdan gülüştüler ve Meylim’i alay bombardımanına tuttular.
Hemencecik bir kılıf uydurup atılıverdi Meylim.
“Siz alay edin, ama ben kasten bıraktım atletimi, şimdi bu su atletimi alıp İran denizine götürecek ve su çekmiş atlet denizin dibine çökecek ve benim bütün günahlarım af edilecek yaratan tarafında” deyince, diğer çocuklara bir telaş düştü. Her kes kendi üstünden bir parça salıverdi daha sonra dereye.
Yaratan onları dağların arasında iklimin ve coğrafyanın zor koşullarında yaşama gark ederken. Onlar hala durmadan yaratana dair efsaneleri güçlendiriyorlardı. Zaten ebeveynleri de öyleydi. Ne kadar çıkmaz o kadar tanrı hesabı.
Ancak hayallerinin sınırsız olduğunu bir kez daha bu kadar pratik bir üretimle ispatlamıştı Meylim…
Ama yaz gelince çocuk olmak bu dağlarda cesaret ister onu da unutmamak lazım. Hayallerinizde olmazsa ölüm bir karış ensenizdedir. Hayallerinizden tanrıya uzanmak ve İran’a dair çocuk süslemeleri, pembe yalanları oturtmak kolay.
Ama inanın yaşamak zor.
Meylim ve onun arkadaşlarına aşktan katışımlı dolu bir yaşam dilemekten başkada şansımız yok. Yaz onların sevinçlerinin uçurtması, diğer mevsimler gülüşleri olsun.