Telgrafın Telleri ve Hırsızlar
“Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar
Herkes Sevdiğine Böyle mi Yanar”
Hemen hemen bu halk türküsünü bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. Ezgisi de sözleri kadar etkileyicidir. Döneminin popüler türküsü, zamanın göbeğini de keser. Ve günümüze kadar sevdalımıza olan bağımızı kuvvetlendirir…
Bir de telgrafın telleri vardı.
O tellerle dünyanın öbür ucuna gitmeyi çok severdik.
Sevdiğimize anında ancak onunla gönderi yapardık.
Aynen şöyle;
Çok kıymetli o yare stop… hasretlik günlerimiz pek yakında bitecek stop… hörmetle hasretle selam yolluyorum stop…
O tellerden aşkımızın kanı akardı adeta…
Telin diğer tarafındaki tık tık sesler bu yanda kağıda sevgi sözcükleri olarak akardı… Postacı “telgrafın var” deyince: Ya içinden bir şeyler kopar giderdi ya da kızıl güller filizlenir yaprak açardı göğsün zembereğinde…
O nostalji türkü olur radyolardan en ulaşılmazlara ulaşırdı.
Böyle başlayıp güzellikleri yad edip bitirmek isterdim makalemi… Ama maalesef bu günlerde o telleri benim nazlı şehrimde fütursuzca, bilinçsizce, ahmakça çalıp yüzsüzlüklerini resim edenlerden bahsetmem gerekecek.
Bizi modern dünyayla buluşturan bu teknoloji bağı, onca korucunun olduğu bu bölgede onca güvenliğin olduğu bir zamanda düşmanca tezgahlanmış hırsızlık yoluyla kesilip çalınmaktadır… Oysa bu bağ bizim çocuklarımıza ve bize uzak olan bütün ulaşmazları yakın kılmak için konulmuştur. Kim ya da kimler olursa olsun bu rezilliği yapanlar bu halka düşman bir o kadarda düşünmekten aciz karaktersizlik kalıntılarından başka bir şey değildir.
Bu bir insanlık suçudur.
Kimse yoksul olduğu için böylesi bir onursuzluk içine girmez. Olsa olsa onursuzluğu kendisine yakıştıranlar tarafından yapılır. Hani “devlet malı deniz yemeyen domuz” ayağıyla onursuzluğunu örtbas etmeye çalışan mantıkla yapılıyorsa dahi bu iş, yine de söylenecek birkaç lafımız olmalı diye düşünüyorum.
Her şeyden önce, “Devlet kim?” diye sorulmalı.
Devlet, klasik olarak hepimizden oluşan bir yönetim biçimidir. Yani benim, senin ve diğerlerinin yaşam merkezlerini oluşturmak adına kurulan bir birlik biçimi.
Hal böyle olunca tutup kendi bindiğimiz dalı kesmemize mantık yürütmek akıl karı değil. Haksızlığın karşısında haklılığımızı korumak nasıl ki onur meselesi ise böylesi bir hırsızlığın karşısında olmak şahsen insan olarak benim boynumun borcu diye düşünüyorum.
İlk bakışta ufak bir iş, çoluk çocuk işi gibi görünse de pek öyle olmadığı çalınan kabloların miktarında saklıdır ne yazık ki.
Şimdi zaman tünelinden geri gidersek eğer, o tellerin asılı durduğu direklerin tepesinde kış aylarında dedelerimizin ve babalarımızın kara batmamak için giydikleri hediklerin bağlarını sıkmak ya da açmak için kullandıklarını görürsek biraz daha sıcak bakabiliriz hadiseye.
İşte o yoksulluğun kol gezdiği zamanlardan bu güne değişenleri görmek lazım. Ama hırsızlığı kendine meslek etmiş insanların bu zaman tüneliyle işlerinin olabileceğini de düşünmek doğru değil. Fakat içlerinde insanlık onuru diye bir şeyden zerre kadar eser kalmışsa bu işin geleceğimize ve onların geleceğine köstek olduğunu anlatmak lazım diye de iç geçiriyorum.
Her şey bir yana, ilçemiz gibi yüzde %100’ü müslüman insanlar topluluğundan ibaret olan bir yerde hırsızlığın yapıldığını düşünmek handikapların en büyüyü olmalı. Hem Müslüman hem hırsız olmanın garip bir şey olduğunu pekala sizde düşünürsünüz.
Telgrafın tellerine yine eskisi gibi kuşların konması dileği ile…