Newroz Hayatın Tomurcuğudur
"Newroz serê salane / Eşka dilê xortane"
Newroz, son yıllarda Kürt coğrafyasında devasa bir coşku ve güzellikle kutlanıyor. Sayıları yüz binlerle ifade edilen kitle gün boyu adeta bir karnaval görüntüsüyle Newroz'u kutluyor.
Newroz'un kutlandığı alanın heyecanını her dem yaşarken, anılarım beni epeyce eskilere götürüyor. Rahmetli ninem, biraz da yaşlılığın verdiği bir gün daha fazla yaşayabilmek özlemiyle Mart ayını büyük heyecanla beklerdi. Artık bizler gibi çocuk yaşta olanlara bakar ve "nasıl olsa bahar geldi, havalar ısınacak, rahatlayacağız, doğayla kucaklaşacağız" diye düşünenlere iki dilden seslenir ve şöyle derdi:
"Mart bacadan baktırır, kazma yürek yaktırır". Devamı da gelirdi. "Hûvdê adarê, berf hat gûlîya darê, nema heya êvarê". Ve bu sözünü doğrulamak için de "kömürün irisi, kavurmanın tikesi, Martın on yedisi" derdi. Ninem, Newroz günü sabah gün doğumunda, başını beyaz bir tülbent ile örter ve beyazlara bürünerek kapı önüne çıkardı.
Sorulduğunda da beyaz Newroz kuşunu beklediğini söylerdi. Daha sonra, o gün mutlaka çay yerine, kahvaltıda süt içilirdi. Ve Newroz günü, o günlerin Diyarbekir'inde mümkün olduğunca evde kapalı alanda kimse kalmazdı. Açık alana pikniğe çıkılırdı.
Zerdüşt inancında Newroz gecesinin yeni yılın ilk gecesi olarak kutlandığını yıllar sonra öğrendim. 20 Mart'ı 21 Mart'a bağlayan gecenin ataların ruhlarının göklerden inip, evleri ziyaret ettiğini, eski bir Aryan geleneği olarak biliyordum.
Geçmişleri MÖ 5 binlere dayanan eski Aryan'lar atalarının ruhlarının her yılın 20 Mart gününün gün batımında eski evlerini ziyaret edip, ertesi gün, yani 21 Mart günü, güneş doğarken evi terk ederek gökyüzündeki mekânlarına döneceklerine inanırlarmış.
Ve o gece, güneşin yeryüzündeki yansıması olduğuna inanılan ateş evin ocağında sürekli yanık tutulurmuş.
İşte bütün bunlar hikâyeyi yerli yerine oturtmada etken olabiliyor.
Beyaz kıyafet temizliği çağrıştırmada...
Beyaz güvercin barışı simgelemekte...
Evde, ocakta yanan ateş evin kendini varlıklı bir şekilde sürdürmesini anlatmakta...
Geleneksel olarak sürdürülen bir takım yerleşik alışkanlıkların geçmişten gelen sırları da burada olsa gerek...
Bizim çocukluk günlerimizde Newroz kutlamaları bugünkü gibi yapılmazdı. Öyle ateş yakmak, hele lastik yakıp üzerinden atlamak hiç yoktu. Mart ayı ile birlikte piknik mevsimi başlardı.
Pişmiş lop yumurta, yeşil soğan ve çakıl ekmekten oluşan "Nergizleme" mönümüzle, Şemsiler kayalığının Dicle'ye bakan cephesinde semaverden çay içilirdi. Sonraları öğrencilik dönemlerimiz başlayınca, yani 1970'li yıllarla birlikte Newroz'ların siyaseten kutlanması geleneği toplumda yerleşmeye başladı. Ve milattan önce 600'lü yıllarda, zulme karşı direniş ve dirilişin simgesi olarak Newroz dillendirilmeye başlandı.
Eh! Kutlama muhalif, hem de Kürt siyasal boyutunda olunca bir süre sonra alternatifi de doğdu. "Öz be öz Türk bayramı, Nevruz". Ergenekon'dan dağın delinip, yolun bulunduğu günden bu yana kutlanan bir bayram olarak, resmi bayram teklifine vardırmaya dönüştü Newroz. Sonuçta, siyaseten kutlayanların sayesinde de olsa, Türk-İslam alemi de "unutulmuş" bayramlarına, yeniden kavuşmuş oldu herhal!..
Tabii şimdilerde Newroz kutlanırken, tatlı ve ilginç tesadüflere de neden oluyor. Her yaprağında otuz günün yer aldığı hain manzara takvimleri çıkmadan önce, "Saatli Maarif Takvimleri" vardı. Ve her yaprağı bir günü anlatırdı. Ve o yapraklarda her 21 Mart'ta "Dünya Irkçılıkla Mücadele Günü" diye yazardı. Sonradan takvim yaprağından koparılan bu ifade, defter şeklindeki ajandaya geçti. Tabii ki ırkçılık yapmak, mücadele etmekten daha kolay olduğu için ifade de takvim yaprakları, ya da ajandalarda silik birer yazı olarak kaldı.
Bunun şokunu henüz yaşıyorken, bu kez bir başka sürprizle karşılaştık. 1999 yılına kadar 21 Nisan günü kutlanan "Dünya Şiir Günü", 2000 yılında bu kez 21 Mart'ta kutlanmaya başlandı.
Son birkaç yıldır böylesine güzel sürprizlerle ve yüzbinlerle kutlanan Newroz, beni 150 yıl önce yaşamış ve şimdi ismi bir ilkokula verilmiş olan Diyarbekirli kadın şairimiz Sırrî Hanım'ın yazdıklarına götürdü. 21 Mart 1846'da bir Newroz günü oğlu Rıfat'ın ölümü üzerine, cenazenin başında ağlayarak söyledikleridir, şair Sırrî Hanım'ın:
Baharın Ruz-i-Nevrûzun duyup şâd olsa hep güller
Derüp geysûların tebrîke gelse bağa sünbüller
Bu demler her taraftan nağmesâz oldukça bülbüller
Dil-i pür-derdimi gûş etse bülbül ney gibi inler
Benim gönlüm kızılgül goncesi dopdolu kandır
Açılmak ihtiyâr etmez eğer yüzbin bahar olsa
Müseddes/Diyarbekirli Sırrî Hanım (1814-1877)
Evet, şair Sırrî Hanım, Newroz kutlamak uğruna kırdırılan kol ve bacakların, dökülen kanların ve ölümlerin haberini sanki ölen oğlunun şahsında, 150 yıl önceden bugünlere söylemiş.
1990'lı yıllardı, faili meçhul cinayetler kentte kol geziyordu. Newrozlarda daha gergin ortamlar yaşanıyordu. Yine bir Newroz günü daha henüz evden çıkmamışken rahmetli dostum sevgili Felat Cemiloğlu ağabeyim aradı ve bürosuna çağırdı. Gittim. Gördüğüm manzara yürek burkan biraz da manidar bir görüntüydü. Bürosunun salonunun orta yerinde birkaç mum yakılmış ve yere konulmuştu.
"Hadi üzerinden atla bakalım!" dedi Felat Ağabey. Çok espritüel ve en ciddi durumlarda bile espri yeteneğini koruyan bir ağabeyimizdi. Hayırdır ağabey, dememe kalmadan. "Ne yapalım madem Newrozumuzu dışarıda canı gönülden istediğimiz gibi kutlayamıyoruz. Kapanırız mekânımıza, biz de böyle alternatif bir Newroz kutlaması yaparız" deyivermişti.
O günden bu yana çok zaman geçti. Artık Newrozlar koca birer "siyasal miting" havasında kutlanıyor...
İyi Newrozlar, iyi bayramlar olsun hepimize...
*Yıllar önce yazdığım bir Newroz yazısını yeniden güncelledim.