İrfan Sarı

İrfan Sarı

Hakkâri’yi seyretmek

Hakkâri’yi seyretmek

Büyük usta Ahmed Arif yurdun manzarasını seyrederken içindeki ahvali kaleminin coşkusuna aktarır…

“Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım...
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.”

İlkin aklıma bu dizeler takıldı. Sonra efkârından Zap suyunun üstüne oturan görkemli dağ Sümbül’ün karşısındaki kent Cölemerg. Şemdinli tütününün yoğun dumanı çökmüş gibi gökyüzüne. Güneşin sarısını saçlarına geçiren kızlar parmaklarının hünerinde kilime dokur. Acısını… Aşkını… Kavgasını…

Bir kolunu İran’a bir kolunu Irak’ın kulplarına geçirmiş ve onları sırtlamaya çalışan bir pehlivan gibi duran bu şehrin cumhuriyet hatırası Şemdinli ismi aslında Navşar’dır. Yurda buradan bakması çok nazlı ve bir o kadarda hüzünlüdür. Çünkü tepeden tırnağa orman örtüsüyle süslü bu şehrin tarih sahnesinde at nallarının ve toynakların altında un ufak olan toprağının bereketi hiç kaçmamışsa da buradan tarih yazan olayların sıralamasını ansiklopedilere sığdıramazsınız.

İyi bal, iyi üzüm, iyi tütün, iyi ceviz ve dağlara dal dal, gövde gövde köklenen orman.

Yakın geçmişteki olayların şehir üzerinde ne kadar acımasız gelindiği ve devlet eliyle burada bir kasırga estirmek istendiği açıkça görüldü buna rağmen bu ağzı balık gibi açılan yaralarına bal marifetiyle merhem sürmesini hep bildi.

Savaşın vurduğu bu kentte bir akşamüstü güneş batmaya yüz tutarken yüksekçe bir yerden Pêsan’a bakmanızı tavsiye ederim. Göreceksiniz ki aşk ve kavga o tepelerin arasında yaşama dönmüştür hep capcanlı…

Pêsan küfürbaz değil ama coşkusunu saklamaz, sevincini de…

Buradan Yüksekova’ya gelirsiniz yani adıyla sanıyla Gever’e. Korku sınırları burada paramparça edilmiştir. Cilo dağından, binyılların buz kütlelerinden acıyı katmerleştirdiğini söylemeye gerek yoktur. Çünkü acı kat be kat artmıştır orada. Yasaktır dünyanın gözüne. Kor ateşli hastaların olur doktor yasaktır, ilaç yasak. 

Etrafı dağlarla çevrilmiş bu ovanın içindeki Nehil sazlığı yüzlerce yıl haymatlos ve göçmen kuşların barınağı oldu, tıpkı orada beraber yaşamış kadim dost diğer kültürler gibi. Cumhuriyet gelir gelmez bu kadim dostlar alıp başlarını çekip gitmiş ve Kürtler bu ovanın doğusunda şehri izlemişlerdir. Ovayı ikiye bölen Gever suyu içli içli ağlayan bir peri kızının gözyaşına benzer.

Öyle içlidir ki bu gözyaşı toprağı yara yara Zap suyuna kadar uzanır. Oradan Dicle’ye mektup götüren bir postacı gibi diğer bölgelerdeki dostlarına ahvalini bildirir.

Yemyeşil bir bahar şöleni mayısta başlar ve yeşil oldukça gençtir yoncanın ve çimenin yaprağında. Karsuları ovaya akmaya başladığı zaman denize çok uzak bu şehir deniz kenti gibi olur. Ancak bu kısa deniz hülyası tezden kaybolur. Bu zor şehirde denizi bir nefeste yaracak aslanların var olduğunu söylememize gerek yok çünkü zaman her şeyi bize kanıtlamıştır.

Avlusunda cehennemi çıldırtacak bir hayat ateşi var mavi rüyalar dünyası gibi. Gerçek bir sevdadır yürekte. Onu baştanbaşa dilanlarla şel û şepikli şêxani ile dolansanız anlarsınız sevdasını.

Sonra Berçelen yaylasının ayakları altındaki o mağrur ve muzaffer hak kente uğramak vardır. Ninovalılar ile Tuşbalıların panayır kurdukları yaylaların bir nefes aşağısından akan hırçın Zap suyunun üstüne kartal gibi çökmüştür.

Sümbül dağıyla asırlardır bakışıp duran bu kentin kavimleri mirlerini hiç eksik etmemiştir. Mirler ülkesi Çölemerik’in beline bağladığı tarih kuşağını bu güne değin hiçbir pehlivan sökememiştir. Bütün zaferlerini figürlediği Baso’yu hep soldan çekmiştir diğer bütün halayları gibi. Sol yanının yangını, sol hasretinin çocuğunu salıncaklardan, hamaklardan uzak ama kalbin kutusunda saklar kadar asildir.

Bu kartal yuvasını andıran kentin yalçın kayalıkları Çölemerikliliğe yurt özlemi tattırmamıştır.

Birde Çel vardır. Sêtranlara, klamlara ve türkülere konu olmuş. Toprağın ve tanrının hep uğradığı medeniyet ve emek yurdu. Aşkın gözyaşına döndüğü bu yerden zor beyler geçmiş. Bilgeliğin yaşamı efsaneye çevirdiği bu yurt tek başına bir ülkedir bence. Çocukları, gençleri ve kadınlarıyla bu ülke göç hüznünü en çok his edendir. Ama bir sadakat ve bağlılık yemini görürseniz onu da bu ülkenin yurttaşları başarmıştır.  

Nerede olurlarsa olsun onların bir bağlılık yemini vardır ki gözyaşı ve göz gibi birbirinin içindedir sımsıcak.

Ve yaşamın kalıntıları ile ayakta durmayı inadına başaran bu ülkenin insanı zoru başarmanın yolunda hep imza sahibidir.

Böyle bir hızlı seyirden geçerken yurttan korkusuz bir çığlık geçer her vakit dipdiri ve hiç yorulmayan bir boğazdan kasırga gibi keser adamı.

Onun için bu çığlık her yerde yaşamayı bilmiştir.

Yaşamayı zora karşı elden koy vermeyen Hakkari’yi sevmenin bir ibadet olduğunu söylemek isterim.

Hem de Navşar’dan Üsküdar’a kadar.

Açan çiçekle, çağlayla, karadut ve yabani elmasıyla huylanan dişlerimizin hıncıyla bir ibadet.

Vazgeçmemektir bitti dediğimiz zamanda dahi.

Mevsimler kervan ağırlığında geçse de bu dağların arasındaki yuvadan ekilen sevginin beşinci mevsimi tohumlarını patlatmıştır.

Tanrı eleyerek yağdırır ki karı ve yağmuru çiçek dağda göz aldırır.

İşte bu yüzden ateşin yakıcılığı rüzgarın esimi burada yaşar.

Ateş ve su eşittir aşk…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
İrfan Sarı Arşivi