Ezan sesiyle yetim olunurmuş
Paslı bir yaz gecesi devriyeler evden aldı ilhanı, etraf ölüm kokuyordu. Telsizlerin vızıltısı mahallenin uykusuna girmişti.
Kavak ağaçlarının gölgesi uzun olurdu ama korkudan o gece gölgeye çıkmadı, kasıldı, yapraklarına örtündü. Örtündükleri yerden tek hışırtı yapmadan izlediler içeriyi. Damağı kuruyan Raşîn anne dermansızdı mili çekilmiş gözleriyle adeta (ilhanımı götürmeyin) dercesine bakındı. Lakin çare yoktu
İlhanın alnı Şinê dağı kadar heybetli ve açıktı. Dış kapıya eğilerek girerdi. Saçları orman kadar sık ve arzulu bir siyah taşıyordu içinde. Çenesine kadar uzanan bıyıkları dudaklarının korungacıydı.
Bileklerine yetmedi kelepçe Zincir iki elini demir soğukluğu içine aldı. Çekse koparıp atabilirdi zinciri lakin özgürlük arkasında kalmalıydı, Raşîn anneye baktı önce sonra dağların ortasında açan çiçeği Beyhan"a Aklından çalkaraları Yılmaz ve Beyto geçti en derinden.
Sustu Eğildi Kapıdan dışarı bir dağ kayar gibi çıktı.
Uykunun en narin saatiydi. Sevişmelerden sonraki saatler yani. Bahar tılsımıyla toprağı dolaşan suyun en verimli çağı, alıp götürdüler onu
Üç gün sonra kurnasız kalmış pınar gibi delik deşik sızıntılar içinde gördü onu anası. İçinden metreküplerce kum elenmiş elek gibi kıvrılmış ve göz yuvaları derinleşmişti. Sorsan bir bardak su isteyecek kadar susamış ama iki dudağı kıpırdayamayacak kadar mecalsiz, takatsiz ve bitikti.
Bitkin ve argın sorgulayan yaratanın adıyla tutuklandı.
Nemli ve küflü bir nezaret gecesinde kupkuru bir türkü geçti beyninin sıradamarlarından:
mahpusun içinde bir ulu çınar
kırılsın zincirler yıkılsın duvar
oy zulüm zulüm başımda zulüm uzak git ölüm
tezikmiş kuş bile yuvaya döner
düştüm bir ormana yol belli değil
oy zulüm zulüm başımda zulüm uzak git ölüm
yatarım yatarım gün belli değil
oy zulüm zulüm başımda zulüm nedir bu halım"
Bedeninin duvarlarına dayanan işkencenin sızısı dolaşırken kanında o düşlediği özgürlüğünün kanadında uçuverdi dağların doruklarına. Yorgunluktan bir serçenin ölüm anı gibi atan kalbinin sesiyle kendi uykusunun sesi birbirine karışınca dışarıda dehşet kızıl bir şafak açıvermişti
O şafağın kızıllığı yetim ve yoksul bir köy çocuğu gibi buruktu ama.
O izbe küflü nezaret gecesine düşen bu ilk uykusunu demir bir kapının sesi bölünce bedenide toplamıştı kaybettiklerini azda olsa.
Modern zindan günleri için başlayan yolculuğu zincirleriyle konuşarak geçti gündüz boyu Bir ara güneşin sızan ışığına tuttu bileğine çalınan zinciri. Parıldadı şavkı vurdu gözlerine.
Tütünü severdi Hasretlik düşünce yaşamına bu kez daha da sevdi. Sigarasının dumanına mektuplar iliştirdi her vakit.
Gel zaman git vakit kovalarken hasreti, ellerini saran deri damarlarına gömüldü. Hasta düştü. Göğsüne gelip konuk olan ağrılara tabip ilaç vermedi.
Bir zindanın duvarları, bir rutubetli hava, bir tütün ve de içini demir gibi burkan özlem çepeçevre sardı her tarafını. Ciğerine kapkara bir yara açtılar.
Ciğer hasretliği taşıyamaz İlhan
Bu yarayı bilirdi mahpus olanlar bir hal tabip bir hal devlet arasında koşup durdular. Sonra o alnı dış kapıyı geçen endam kırılıp dökülünce ve kocaman bedeni bir deri çukuruna dönünce salıverdiler içeriden.
Bir sedyenin ölüm görmüş yüzünde sırt üstü yolculuğu çok sürmedi. Canı bedeninden koşarcasına çıktı.
Daha yolun yarısına epey yıl varken bedeni toprak olmak üzere bir kemik bir deri artırmıştı.
Aradan geçen sekiz on aydan sonra kalacağı en soğuk hücresine yıldızlı bir akşam vakti gömülürken şehrin camisinden ezan sesi yükseldi birden.
Yılmaz ve Beyto babalarının ardında ezan sesiyle birlikte ağladılar Raşîn ile Beyhan ise seslerini yüreklerine gömdüler.
Mezarlıkta çamur, mezarlıkta kimsesiz bir yiğit kaldı geriye .
Mêr bî tenê tê kuştîn
Yani, "yiğit yalnız öldürülür" dercesine