Yanlışa Yanlış Diyenlerin Istırabı!
15 Temmuz 2016 akşamına kadar siyasal iktidar tarafından yapılan, edilen her bir “iş” kısmen hukuki bir gerekçelendirmeye dayandırılıyordu. Aslında adına “hukuk” ya da “yasa” denilip de ardına “sığınılan”ın pek de herhangi bir yerinden tutunulacak tarafı olmamakla birlikte bu böyleydi.
15 Temmuz Darbe Girişimi işi sahiden farklı bir boyuta taşıdı. Evet, darbe girişimine karşı devlet aklı darbe niyetlilerine gerektiği tepkiyi verdi. Ama bir başka yönüyle de siyasal iktidar ve devlet aklı adeta bu başarısız darbe teşebbüsünün ardından uzun zamandır kafalarında tasarlayıp formüle edemedikleri devleti yeniden “dizayn etme” mantığına alt yapı oluşturdu sanki.
Yaklaşık yarım asır evvel (tamı tamına 45 yıl, 12 Mart 1971 ve sonrası) dönemin Başbakanı Nihat Erim’in “Balyoz” yasaları adını verdiği dönem itibariyle ülke KHK Kanun Hükmünde Kararnamelerle tanıştı. O yıl bu yıldır bir daha da muktedirlerin ajandasından KHK’ler silinmedi.
Hem niye silinsin ki!
Bir yasa taslağı hazırlayacaksın, meclis komisyonlarına gidecek, bir sürü tartışmadan geçecek, o tartışmalar esnasında “içinize sinmeyen” hükümler girecek yasa maddeleri arasına, sonra meclise inecek, orada da tartışılacak! Yani anlayacağınız yasa meclisten geçinceye kadar hem hayli zaman alacak, hem de epey baş ağrıtacak.
Böyle bir yoldan ise, kısa yolu deneyip Olağanüstü Hal Yönetimi gerekçesine dayandırılarak istediğinizi bir kanun hükmünde kararname ile yayınlayıp altına da basarsınız imza ve mührü iş biter. Hem itirazı, filan da yok.
İşte tam da böylesine içselleşmiş bir yönetim anlayışı ile artık ülke yönetiliyor oluyor.
Böyle bir yönetim modeli, beraberinde “Terörle Mücadele Yasası”nın “yorumlama” sınırlarını hayli genişleterek yazan, çizen, konuşan, tartışan, muhalefet eden her kesimden insan; gazeteci, yazar, akademisyenlerin “terör suçlusu” imlemesiyle içeri atılmasını beraberinde getiriyor.
Son iki örnek üzerinden okuma yaparsak!
Aslı Erdoğan; ünü uluslararası boyutlarda bir edebiyatçı…
Necmiye Alpay; “Dil Yanlışları” ve “Doğru Yazım” üzerine artık bir kanon (ihtiyaç halinde danışılacak kişi) olmuş bir aydın, yazar ve entelektüel.
Her ikisinin de ortak noktası aynı zamanda vicdanlı birer “Kürt Dostu” olmaları.
Bu “dost”luklarının ete kemiğe bürünmüş hâlleri ise OHAL uygulamaları sonucu kapısına kilit vurulan Özgür Gündem Gazetesinin Yayın Danışma Kurulunda olmaları.
Üstelik bu tür “Danışman”lıkların, Danışma Kurulu Üyelikleri”nin, hatta “Nöbetçi Yayın Yönetmenlikleri”nin simgesel boyutta olduğunu devletin ilgili kurumları, basın savcıları da bildikleri halde. Ve dahi ifadeleri alınan “suçlu” diye telakki edilen Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın da sorgularında dillendirmelerine rağmen!
İşin açıkçası toplum bu türden uygulamalarla ciddi bir kırılma yaşıyor ve akılla düşünmenin artık pek bir anlamının kalmadığı sürece girmiş bulunuyor. Ve ne acıdır ki; “Demokratik tepki” diyebileceğimiz “Basın açıklamaları” ve “imza kampanyaları” ya da sanal dünyada o çok bilinen yaşananı “gündemde tutma” kısa mesajlı yorumların da pek bir karşılığının kalmadığı, dikkate alınmadığı ve dahi birkaç gün içinde gündemden düştüğü garip ve tuhaf bir zaman dilimine girmiş bulunuyoruz…
Bütün bunları biliyor ve göz önünde bir sinema filmi jeneriği gibi adeta “içinde” yaşıyor olmamıza rağmen elimizde olan tek gücümüz yazdıklarımızın gücüne sığınarak yazı ve sözümüz tarihe kalsın demek için bir daha yazarak diyoruz ki: yaptığınız yanlıştan geri dönün demekten başka maalesef elimizden pek bir şey de gelmiyor…