Yaşamaya İzin Verilmeyen Topraklara Defin!
Beypazarı'nda koltukları sökülmüş bir minibüsle kış ortasında havuç toplamaya giderken trafiğe kurban gidip katledilen Onbir Kürdün yakınlarından biri, adaşım Şeyhmus Çakar cenazelerin başında durumu özetliyor "Yaşamamıza izin verilmeyen topraklarımıza, cenazelerimizi defnetmeye gideceğiz."
İzlendi televizyonlardan, cenazelerin başında ve defin yerinde o "bilinmeyen dil"ce yakılan ağıtları.
Birkaç kezdir yazıyorum. Kürtlerin sınıfsal kırılma noktası 2010 Eylülündeki "kısmi anayasa referandumu" oylamasıdır. Anayasa oylamasına Kürt siyasetinin karşı çıkarak "Boykot" etmesi bu kırılmanın ve sistemle hesaplaşarak "sınıf" tavrı koymasının nirengi noktasıdır. Kürt siyasal hareketi "ulusal" olduğu kadar, Kürt yoksullarının "sınıf" hareketidir de.
Anayasa oylamasına kadar büyük ölçüde bölgedeki, ağırlıklı olarak da Diyarbakır'daki, iş dünyası merkezli ve bir bölümü de "Kürt okumuşları" diyeceğimiz ve şimdilerde "Kürt orta sınıfını" temsil eden, sınıfsal kökleri öyle olmasa da yaşam biçimleri ve tercihleri gereği "burjuvalaşmaya" doğru istekli ve istikrarlı bir şekilde evirilen; yüzbinler dolarlık dublex villalarda yaşayıp dört çarpı dört cip'lerle Kürt şehirlerinde seyrüsefer eden sınıfla, Kürt yoksullarının hesap kesimi...
Anayasa referandumunda bu ayrışma "Evet"le, "Boykot" çatışması şeklinde tezahür ederek kendini ele verdi. Kürt siyaseti "sınıf" meselesinin bir kez daha siyasal tavırda belirleyici olacağını ve olması gerektiğini "canı yanarak" hissetti, duyumsadı.
Sarayda yaşayanlarla, kulübede yaşayanların sınıfsal tercihlerinin ve taleplerinin yüzelli sene evvel yaşamış bir şahsiyet tarafından dile getirilen ideolojik tespitinin bugünde olanca sıcaklığıyla doğru olduğunu pratikle kanıtladı.
Anayasa gerekçe gösterilerek Kürdü siyaseten teslim alıp, Kürdün siyasal temsiliyetine de Kürt orta ve üst sınıfını "hazırlamaya" çalışan muktedire okkalı bir tokat attı bilcümle Kürt halkı.
Şimdiki tahammülsüzlük ve siyaseten hazımsızlığın kökeninde yatan asıl neden kanımca budur. KCK Duruşmalarını da, onca tek tekçi söylemde ısrarın da böyle okunması gerektiği düşüncesindeyim.
Buraya kadar bir sorun yok. Kürtler bizatihi yaşam pratikleriyle gördüler artık kiminle dost, kiminle karşıt olacaklarını!
Tekrar başa dönersek, Kürt yoksulları kendilerini batının metropollerine "süren" sistemle, ruhları, bedenleri zedelenerek hesaplaşırken; "burjuva"laşıp yabancılaşan ve temsiliyetse onu da "sizin adınıza" biz yaparız diyenlerle, elbette hesaplaşmak durumunda. Bu işin amentüsü...
Bir başka hesap kesimi de "dost" görünüp, "kendinden" görünüp "yaşam alanlarını" bile halktan koparmış, farklı şehirlerde yaşasalardı siyasal tercihleri "faşist" ya da "köktendinci" olabilecek çaptaki kimi sivil toplum örgütlerinde yer bulmuş "okumuşların" da kendilerini yoksul Kürt halkının doğal ve hakkedilmiş siyasal temsilcileri gibi görme algısıdır. Yoksul Kürt onurunun böyle bir hesaplaşmayı unutmamaya, Kürt siyasal hareketinin de "duyarlılığa" ve seçime giderken bu "safra"ların yükünden kurtulmaya özellikle ihtiyacı var...
Sürgün edilmiş ve bir lokma ekmek için yaban ellerde telef olmuş yoksul ve onurlu Kürdün cenazelerinin başında bir kez daha "Boşuna çekilmedi bunca acılar. Ölümler, zulümler, sürgünler neyin pahasınaydı?" Sorusunu yüksek sesle sormak zorundayız.
Önümüzde seçim var...