işte şafak söktü
saat ertesi
gündür
Zezê gamlı ışıklar gömer göğsüne
bir başka şehir tadı var şimdi buralarda
al kuşanmış zehir
kan kimin sıcak yavrusu
saçları dökülmüş gökyüzünde mavinin
bulutların seri gözyaşlarını bekler biri
kavşaklarda hızla dönen kimsesizliktesin işte
kıyılarında park etmiş öfke
bakırı yalamış hırsızlar
durur
planlarında çalınmış şatafatlı hülyalar
kıramaz ki insan bu havaları
onunla
onunla aşk kılınır hayat
ihtişama çıkılır
diyorlar ki vatan var
ülkeleri olanlara soruyor sorular
onun kalbinin dolaşan kanında
sorgusuz
sevdalı Kürdistan
zinalı geceleri geride bıraktık
şehir tiril tiril
yataklarda avuçlar dolusu uyku
siniyor rüyaların ortasına kalbi yırtık bir Kürdi
lorin mi dersin
bir anne kelimeleri asıyor kulağına insanlığın
bir kuş
uzun çırpıyor kanatlarını
kışlanmış
dağ başı gibi Zezê
fazlasıyla uzaktır
uzak
karnında kelimelerin zarı
ara
ara ki ilhamda sevişsin nefesin son gölgesi
buz koy öptüğün yere
mahalleli uyanır az sonra
altı irin bağlarsa şayet sıyırdığın aralar
duyarlar
koca bir cehennem gibidir çünkü ağızlar
dillerinin kancası yok
felsefeden anlamazlar
sevişmeden
şiirden
tütünü haram ederler
insan soyunukken günah işlemez Zezê
saçlarını şafağa gösterirken de
eğer çatamamışsa utancın ucunu aklının deryasına
giydiği ne varsa
beter ağırdır
kıl ince sevmeli
kıl ince
çırılçıplak bakmalı
eğer yürekli ise insan korkak değilse
sevmiştir
bu da böyle biline
yazdım şafağın tertemiz yüzüne