Ezîya nene, bu yıl zerdali baharı olacak diyordu. Ama olmadı! O her sabah namazını kıldı ve duvardan Kuran-i kerimi indirdi havaya kaldırdı! Zerdali baharını diledi.
Dualara medar bizde zerdali baharının gelmesini çok istedik…
Ama dışarıda alûk (Erik) ilk çiçeklerini açtı hep.
Zaman zehir gibi ölüm yayıyordu.
Coğrafya baştan aşağı telaş, kaygı sarmalına dönmüştü.
“Şimdi bir mucize olsa da! Suyu çekilirken bile denizin, balıklar ölmeseydi.” Manasına gelirdi Ezîya nenenin duaları.
Zerdali baharını beklerken, zerdali sabahları Ezîya nenenin her gün aynı dualarının tekrarı oluyordu.
Bir gün anlattı; “Oğul dedi! Torunum Sabah, 10 yıl oldu dağlara gideli.
O yıl zerdali dalları erkenden çiçek açmıştı, o gideli bir daha bahçemizin zerdalisi çiçek açmadı ve meyve vermedi.
Dileğimdir Allahtan. Bahar olsa, zerdali baharı! Yani erken bir bahar, ölmezse hiçbir torun, oğullar ölmezse…
Çünkü bir rüya gördüm, bir daha zerdali baharı oluyordu ve torunum Sabah eve dönüyordu. Bütün torunlarım, eve dönüyordu. Onlara yüreğimden derdiğim çiçekleri götürüyordum” dedi.
Ezîya nene, konuştukça yüzündeki kırışıklar mutedil bir denizin dalgaları gibi bir açılıp bir örtündüler. Göz torbalarının üstüne, göz pınarlarından sızan nem ve konuşmanın heyecanına dayanamayıp akan ter ıslaklığı gelip oturmuştu.
Öyle inanarak anlatıyordu ki; yüreği göğüs sepetinden çıkıp çıkıp geri dönüyordu.
Birkaç yıl ömrü kalmıştı asırlık çınar olmaya Ezîya nenenin. Çok görüp geçirmiş, bir dünya birikimi vardı. Her ağzını açtığında torunu Sabah ile cümleye başlıyor ve ülkenin üzerinden kalkan dumanları ancak Torunu Sabahın gelişiyle dağılabileceğini anlatıyordu tüm birikimine rağmen.
Yani, en çok, asırlık ömrünün son çeyreğindeki bu yaşanmışlık öne çıkıyordu tüm konuşmalarında.
Bir Sabah sevdası vardı onda kurşun sıkmaz ölmez. Bir Sabah sevdası ki her an anlatsa doymaz.
Onun için her ilkbaharda, sabah saatleri onun için mucizenin gerçekleşeceği anlam içermekteydi. Kuş uykusu gibi uykusunun sabaha açılan gözleri ilkin bir zerdali çiçeği açılacak ve mucize tamamlanacak gibi gelirdi.
Uyanır uymaz perde aralanır, bahçeye bakılır, zerdali ağacı kontrol edilir ve sonra hayat başlardı.
Dedim ya! Namaza durur, ellerini havaya kaldırır ve saatlerce dudaklarının kıpırdatırdı. Duvarda duran kuran-i kerimi indirir (okumayı bilmediği için) havaya kaldırır, yalvarırdı…
Torunu Sabah’a ulaşmak için ve adını kendi koyduğu Zerdali Baharı gerçeğe dönsün diye bütün bir ilkbahar boyunca hiç üşenmeden, sakınmadan, bıkmadan bu eylemi gerçekleştirdi yıllar boyunca.
Çiy tutan bahçe goncaları gibi, elmacık üstleri de her sabah çiy tuttu.
Saçlarının beyazlığı yalnızlığı bırakıp, çoğalmaya çoktan başlamıştı. Bazen, Sabah’ın babasına yani hafızasını yitiren oğluna giderdi aklı. Ciğerlerinde bir yanma oluşurdu. Bazen de Sabah’ın ölen annesi Şemsé konuk olurdu yürekçiğine, işte o vakit gök kubbe devrilirdi. Altında kalmamak için dua ettiği seccadeden kalkar bahçeye kaçardı.
Kaçışları bile, kapıyı açarken mucize olur umuduyla olurdu.
Umut kaçışları, bahçede su bekleyen ağaçlara, fidanlara su vermekle sürerdi. Onlarla konuşur, dertleşir sonra da eğilir, ağır aksak otururdu sedirde. Bedeni bir evin yalnızlığında hemencecik yorulurdu sonra.
Uyurken, oturduğu yerde, gördüğü düşleri çiçek çiçek açan zerdali ağacıydı. Sonra sürü sürü doru kısrak bayırlardan inerdi.
Bir özgürlük, bir toz bulutu yükselirdi gökyüzüne…
O, ellerini yüreğinden çiçek koparmaya yöneltirken, uyanırdı yeniden.
Düşleri, mısrasından düşerdi. Dağların arasında aradığı Torunu, mezarlıkta yatmakta olan gelini ve evin koridorlarına bile çıkmayan bir oğul, yatıyordu o yaşlı yüreğin içinde…
Zerdali baharı olsa ve Sabah şafak olsa doğsa evlerine belki yorgun bedeniyle vicdanla ayrılır gider ölüm ülkesine…
Ama o Zedali baharı olmazdan önce, ölmeyeceğini söylüyor durmadan…
Zerdali baharı
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.