Kıyımı aşındıran sulara soruyorum seni...
Sen kuşsuz bir dal gibi dururken karşı kıyıda...
Artık beklentisine küsmüş çocuk gibi,
gözleri yatırıp dudaklara.
kendimce sana bir tanım aramaktayım...
ilk günaha ve son davete gün içirdin.
böyle sevdirdin bana ateşi...
ve sonra ölüm koyusu bir sonla o sırra üşüşen sendin.
bense ilk kurşunda vurulan bir asker gibi kalakaldım
kanlı meydanlar ortasında
artık gelmeyecek trenleri bekliyorum ıssız grisinde peronların...
sabır tespihleri yapıyorum mahpushane işi.
çekiyorum...
susuyorum...
susacaklarım bitmiyor.
Ay saçaklardan düşerdi evin kapısına, kapakların arkasında gözler vurulurken ruhunun rengine. Nemlenmiş bir ambarda filiz verir gibi açılırdı aydınlığa.
Dün gece bir karabasan geçirmiş, uykusu derin yaşam kesikleri ile. Böyle deşik bir uykuyla omuz verip güne açardı şehre tepeden bakan evin kapısını.
Naftalin kokusu ceketinin astarına yapışmış, tütün kırıkları ceplerinin bitiminde. Nefesinde besmele korkusu.
Şehir evin ayaklarının altındaydı. Kalabalıktı. Kartal bakışlar atsa ancak sonu gelirdi. Derenin öbür yakası erken açardı. Buradan bakılınca yalnız bir yaz günü gibi tenha ve sıcaktı. Ama gitmek gerek, yar uyanmadan gözlerini toplamak lazım baktığı yerlerden. Çöpçüler süpürmeden, rüzgar üfürmeden. Gölgesi düşmüştür belki yolun kıyısına oturup söyleşmek gerek. Köpürmeden kalabalık, yürümeden gölgesinin üstünden, varıp kaldırmak lazım toz düşmeden üzerine.
Sonra dilek dilemek lazım “tanrım ne olur kolyesini düşürmüş olsun ve ben göreyim.” Bir sebebim olur kapılarından geçmeye. Yoksa şehir kızar bana. Yoksa şehir azarlar. Zincirle dövülmüş gibi mor tararım saçlarımı sonra.
Kazınıyorsa eğer karnı açlıktan değil biraz kokusunu toplamak içindir sevgilinin. Her kokudan ölüm orucuna bir bilinmez yol gider. Ölümü en ertelenecek sonraya ertelemek için değimlidir yaşamak. Bekle dedi! Evin kapısından paçasına bir rüzgar bindirerek yokuştan sürdü kendini aşağıya.
Yüreğime diktiğim bunca umut çiçekleri...
Çektiğim bunca hasret...
Sözcükleri yaza-çize ertelenmiş baharlardır yazdığım.
Örselenmiş düşlerim saçak altlarında.
Kabzası firuze işlemeli bir tabanca gibi daldı sokağın havasına. Kıyılarını aşındıran sorgulardaydı. Şah damarına saplanan sıcacık bir ter boncuğu aşağı bıraktı kendini. Cebinden oyalı mendil kadar hasretti. Hasretlikti, mektup kirpikleri gibi yanık yanıktı…
Ateşi sevmek kime yadigar kalır tanrı!
Ateşten evvel yanmış bir söz var bende kalbime kan gibi girmiş. Ölüm koyusudur sevdaya tutulmak. Ama kibirsiz bir renk yağmuru altındaki kelebek dansıdır gözlerinde üşümek. Kırlangıç bakışlarında alelacele susmaktır.
Pusuda bekleyenler var...
Çattım kaşlarımı...
Dışarı çıkamam...
Çıkamam dışarı kaşlarım var.
Al işte veriyorum: bunlar örgütsel dokümanları aşkın.
Bedeli ödenmiş...
Yarım kalmış...
Ölümcül bir sevda...
Göremezdi sokaklarında yaşadığına dair bir belirti. Oysa yüreğine hücum eden yaralı geceler vardı. Her uyandığında aramak, ardı sıra gezinmek vardı. Çünkü o vardı esmer teni üzerine ısmarlanmış zehir mavisi gözleriyle.
Not: Şiir Liyan Serdest