Sosyalizmin siyasi literatüründe “yoldaşlık hukuku” uygulanırken yoldaşın yanlışı görüldüğünde özeleştiriye davet edilir, bu davetin olmazsa olmazında eleştiri-özeleştiri kuralı esastır. Özeleştirisini verip doğruya yanaşmayan “yoldaş”, kuralı ihlal etmiş sayılır. O saatten sonra yoldaşlıktan söz etme(si)nin anlamı kalmaz artık.
Hele hele kendine “yoldaş” yakıştırması yapanın, o moda giren sosyalistliği örtü misali kullanışlı bir malzemeye dönüşmüşse! Ya da, soyunduğu muktedir etnisitenin olanca “beyaz”lığı, varoluş sebebine dönüşmüşse! Ve de bunu alenen yapıyor, gizlemiyor hatta savunuyorsa; artık orada durulması ve gereğinin yapılması elzemdir.
İşte işin tam da bu noktasında “yoldaşını öldürmek” gerekir. Bu ölüm tabii ki fiziki bir ölüm ya da öldürme eylemi değil, ruhen yok saymanın, onu artık görmek istememenin, bir nevi kaale almamanın, kayıt dışı tutmanın diğer adıdır “öldürmek” fiili!
Mesela kendine “yoldaş” diyen şöyle bir cümle kurduğunda; “Çoğunluk olanın fazla gürültü çıkarıyor olabilmesi ne haklı olduğunun kanıtı ne de hakikati anlatıyor.” evet işte tam da bu noktada durup düşünmek gerek.
Sahiden çoğunluk olan, ötekini yok sayan “çoğunluk gibi” mi davranmıştır? Yoksa az olanın, çoğunluk içinde erimemesi, tam tersi; temsilinin ziyadesiyle yer alması gerektiği gibi mi davranmıştır! Hem de sonuna kadar…
Çoğunluk olarak sahiden ifade edildiği gibi “fazla gürültü” çıkarılmış mıdır? Değil elbette, sonuna kadar yoldaşlık hukukunun gerekleri çerçevesinde “birlikte” davranmak gerekliliğinin gereği yapılmış. Gürültü çıkarmanın tam tersini yaparak sonuna kadar sükunet korunmuştur.
Bunun aksini yapanlar ise; bu ilişkilenmeden çıkar sağlamanın ince ve kurnaz hesapları içine girenler, haksızlığın ve çıplak hakikatin dışına taşmanın somut göstergesinin aktörleri olmuşlar.
Ve sözün özü şudur; aslında bu bir “başa kalkma” olayı da değildir. Hele şöyle bir dönüp ardına bakmalı insan. Neredeydik ve nereye geldik!
Bugün söz üretip söyleyebiliyor ve karşılık da bulabiliyorsak çok büyük bedeller ödeyerek bunu bize kim / kimler sağladı. Bugünden yarına sözün erdeminin ardında / yanında bizimle birlikte kimler durdu / duracak! Olanca çıplaklığıyla orta yerde duran soru budur…
Bu bir miktar hakkaniyetli olma mevzuu olmalı sanırım. Ama biliyoruz ki pragmatizmin hakkaniyetle hiçbir yakınlığı yok. Sosyalizmin ise pragmatizmle uzak yakın hiçbir alakası yok.
Gidin ve uzağa gidin kendi pragmatizminizin ziyadesiyle hak ettiğiniz karşılığını alırsınız belki. Tarih, günü geldiğinde sizi de yargılasın tabii ki…