Hepimiz/hepiniz Yılmaz Güney'i sinemacı (oyuncu, senarist, yönetmen) olarak tanıdık, bildik. Doğru, tabii ki. Ama ötesi var. O aslında bir yazar. Nitekim ilk mahkumiyeti de yazar kimliğinden kaynaklı.
Bakın buna vurguyu bir soruya verdiği yanıtta nasıl ifade ediyor: "Ben ve dinleyicilerim arasında, açıkça bir şey söylemesem bile ne demek istediğimi anlayacakları şekilde ortak bir dil oluştu..." İşte belki de Yılmaz Güney'i Yılmaz Güney yapan asıl bu detay. Onun filmlerini seyredenleri klasik izleyici formunda görmemek! İzleyicilikten öte bağımlı, şimdilerin moda kavramı ile "fan" olarak görmek gerek!
Bu gücü elbette ki edebiyata olan bağımlı kişiliğinden aldığı adeta bir Yılmaz Güney gerçekliği. Bu edebi ve edepli bağımlılık yapısallığı onun salt toplumcu gerçekçi sanat filmlerinde yok. "Avantür" ya da Western diye tabir edilen vurdulu-kırdılı filmlerinde de var. Tabii ki bu durum gören gözler için!
Bu yazıyı yazma arefesinde hafızam beni yanıltmasın diye Güney'in kendi tabiriyle "piyasa" için yaptığı birkaç avantür filmini daha önce defalarca izlemiş olmama rağmen bir daha izledim. Onlardan biri olan; "Bir Çirkin Adam"dan söz edeceğim size.
Filmde hep siyahlar giyinen bir kiralık katildir ve adı Bino. Gazinolardan haraç tahsil eden mafya babası Abbas'ın adamları sırasıyla gazinoları ziyaret edip haraç tahsilatı yaparlar.
Son gazinoya girdiklerinde Bino rolünde oynayan Güney birkaç adamı ile birlikte rakı masasında demleniyordur. Kendisi de bir edebiyatçı olan oyuncu Nihat Ziyalan, Süleyman Turan ve bir de haraç tahsildarı Necabettin Yal masaya doğru yürürken anlık bir perde görüntüsü duvarda şöyle bir görünür geçer. Kamera görür ve geçer perdedeki flu yazıyı: "Tabağımda Bulut Kadehimde Gökyüzü" yazılıdır perdede. Bu detayı ancak edebiyat tutkunu olup Güney'in piyasa filmlerini de izleyen dikkatli okur-izleyici fark eder.
Oktay Rıfat'ın "Kadeh" şiirinden son iki dizedir perdeye yazılan:
"Burası dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde gökyüzü"
Üstelik şaire, edebiyat dersi verircesine "tabağımda bir bulut" dizesindeki "bir" atılmıştır. Bir, de, da, ve'nin yersiz kullanımının safra olacağını bilerek.
Ve aynı sahnenin sekansında rakı masasında ayakta genç bir sanatçı "Sevda Yüklü Kervanlar" türküsünü okumaktadır. Sevda Yüklü Kervanlar o yıllarda (1969) Müslüm Gürses'çe okunduğu ve onun sesinden çok parladığı halde gencecik bir sanatçı olan Diyarbekir Ermenisi Bedri Ayseli'ye okutur. Neden mi, işte hikâyesi.
Bu yazıyı yazmaya karar verdikten sonra detayları Ayseli'ye doğrulattım.
Abdullah Nail Bayşu besteci, şarkı sözü yazarı, adeta altmışlı yetmişli yılların popüler "müzik filozofu"dur. Bedri Ayseli genç bir sanatçı olarak Bayşu'nun ofisinde oturuyordur.
Birden kapıdan Yılmaz Güney içeri girer ve selam verip Bayşu'nun ofisine geçer. Onlar içeride konuşurken Bedri Ayseli salonda sazla bir türkü çalıp söyler. Yılmaz Güney duyar ve içeriye çağırtır Ayseli'yi. Tanımak ister. Diyarbakırlı olduğunu öğrenir ve "yarın film setine gel" der.
O gece Bedri Ayseli, Arif Sağ ve Orhan Gencebay'ın da katılımıyla keyifli bir meşk yaparlar. İşte o "Sevda Yüklü Kervanlar"ın filmde okunma sahnesi böyle vuku bulur.
Bir yanında Kürd(e)vari eda hep fark edilir Yılmaz Güney'in, özellikle de Diyarbakır ilişkilerinde. "Sevgili Muhafızım" filminde Silvan Mehmet'tir, "Belanın Yedi Türlüsü"nde Zaza Şeyhmus.
Bir yandan da; "Türkiye'de çektiğim tüm filmlerde, tek bir düşüncemi bile istediğim şekilde ifade edemedim. Bırakın Kürt sorunu gibi, işçi sınıfı gibi önemli meseleleri, toplumumuzda var olan temel adalet ve adaletsizlik sorunlarını bile ancak kısmen ve dolaylı olarak ele alabildim" der ölümünden çok kısa bir süre önce verdiği röportajda.
Bu vurgusunu da şu çarpıcı örnekle açıklar: Kör bir adam silah kullanmayı öğrenir; etrafına bir sürü çan koyarak ateş etmek için kendi kendini eğitir ve bu çanların sesinden hedefini belirleyip ateş etmeyi başarır. Kör bir adam direnmeyi böyle öğrenir. Halkım bu sahneden şunu anladı, 'Yılmaz Güney bize bütün imkânlarımızın boşa çıkabileceğini, tüm silahlarımızın elimizden alınabileceğini ama yine de her zaman direnmek için yeni yollar bulmanın mümkün olduğunu' söylüyor. Yeni çözümler asla tükenmez, her zaman bir yol olmalı."
Dışarıdan bakıldığında film, western'i andıran mütevazı bir eser. Ama işin aslı öyle değil tabii ki! Filmlerinde ezop dilini kullanmanın özgün bir örneğidir bu aslında.
Bir sentez dener sanki! Bir yanıyla seyircinin bilincine ve beklentilerine hitap ederken, diğer yandan da seyirciye kendi gerçekliklerini aktarmaya çalışır.
Vefa adamıdır dedik ya; yeniliğe hasret olan yetenekli genç insanlarla ve aynı zamanda sektörde "işsiz" kalan yaşlılarla işbirliği yapmayı ilke edinir. Danyal Topatan, Hayati Hamzaoğlu, Enver Dönmez, Nihat Ziyalan, Tuncel Kurtiz gibi karakter rollerinin vazgeçilmezleri onun filmlerinde hep var olurlar.
Siverek'in Takoran vadisindeki Desman köyünden Adana'ya göç etmiş bir ailenin çocuğudur. Adana bıçkınlığı yürüyüşünde, Kürt kimliği farkındalığı ise konuşması ve tavır alışında her daim baskındı(r).
Başlıktaki "Bîr" dikkatlerden kaçmamış olmalı. Kürtçedeki Bîr okunurken Türkçede "bir" gibi okunur. Ama anlamı Türkçedeki sayısal anlamada "tek" gibi değildir. Kürtçede hem hafıza, hem hatır hem de kuyu anlamındadır. İşte Yılmaz Güney böyle bir adam olarak bilinmeli. Hafızanın, hatırlı bir adamın kuyunun en derininden gün yüzüne çıkmış hâli misali.
Bu dünyadan Yılmaz Güney geçip gitti ve hâlâ yeri doldurulamadı...