Günlerden dört duvar arası, aylardan Ocak ve yıl iki bin yirmi. Bugün avluya kar taneleri düştü. Hava dört duvar arasında avunmayı bekliyor. Memleketten havadisler, “yine rahmet yolları kapatmış” diyor.
Biz Cihan Başkanla, altmış günden sonra aynı koğuşa verildik. Tek devletin, tek koğuşundan çıkmışız ve bugün kar taneleri avluya düştü. Bunun için fal tabirleri ne der? Merak ediyorum doğrusu. Aman çok değil altmış gün öç almak için, daha altı ay hatta altı yüz gün, altmış yıl bile alamaz öfkesini bu zamane siyasetçilerinin.
Bağırmak, heyheylenmek üzerine düzenlerinin, hercümerç olmuş geçen yılının devamında gelen bu yılını da aynı istikamet ve hızla devam etmesi olasıdır. Çünkü lastik bir kere patlamaya dursun, bakımı – onarımı – yaması – kaynağı dikiş tutmaz. İlle de ille değiştirilmesi lazım daha uzun yola güvenli gidebilmek için. Böylesi bir zamanda önüne çıkan ilk fırsatta yeni lastikte yola revan olmak en sağlıklısıdır der bütün bu işin ustaları, hatta ustabaşıları da.
Her ne kadar yedek lastik oluştuysa da (Davutoğlu partisi) ve bir yeni lastik olma olasılığı yüksek oranda görünüyorsa da (Babacan partisi) bu ağır vasıtayı taşıyacak yedekler olabileceğini ön görüyorum. Muhakkak ki, bu vasıtanın yeni bir ses ve solukla mesafelerini uzatmak için çeşitli manevraları olacaktır. Keza bu işi bırakıp gitmek pek akıllarından geçmediği gün gibi ortada duruyor.
Aslında Ortadoğu tümden hercümerç olmuş, hem de her bakımdan. Her yeni hamle yeni bir soru işaretini getiriyor. Hani Ortadoğu, Ortadoğu olalı hiç durulmadı ama yine de şimdiki kadar diken üstü olmamıştı zannımca. Şüphesiz ki, olup bitenlerin bir sonuç getireceği görülebilir ancak çok üst düzey bir muamma da var ortada.
Milenyum çağında artık silahların değil, bilimin barışık bir yönetsellik savunması beklenirken deli gibi silah pazarlarının var olması esas kaygının oluşma nedenidir.
Öte yandan tüm dünyada da şöyle adam akıllı bir huzur esintisi çok hissedilmiyor. Hangi yöne bakarsanız bakın bir asıntılı surat, kavgaya koşullanmışlık görebiliyoruz.
Neyse; onlar varsın savaşına, biz de Cihan Başkan’la dönelim kavgamıza.
Cezaevi Gözlem Kurulu tarafınsan yapılan tahkikat sonucu: kişisel özelliklerimiz çok yönlü olarak incelenmiş. İncelemeler neticesinde, üç kişilik bir koğuşta kalabileceğimize kanaat etmişler. Bu vesile ile tek kişilik hücreden, üç kişilik koğuşta kalabilmeye terfi etmiş bulunmaktayız.
Sadece bu kadar değil, bedensel, akli ve sağlık durumlarımız üzerinde de ciddi temelde saha ve laboratuvar araştırmaları da yapılmıştır. Araştırmalar bedenen birimizin saçlarına beyazlaşmadan grileşmeye yönelik bir tespit, birimizde de saçların döküldüğü ve alın bölgesinden enseye doğru gözlenmiştir. Bu önemli tespitlerin doğrultusunda üç kişilik bir koğuşta, bir yaşam alanı sahasında yaşamımıza mani durum olmadığı kanısı oluşmuştur. Ayrıca sağlık bakımından da hayati önem taşıyan analizler sonucu, bir önceki tekli hücredeki yaşam sahasından farklı olarak, metrekare fazlalığı itibarı ile daha fazla üşüme imkânı olabileceği de görülmüştür. Bu ve bundan öte birçok gözlemi okurken geleceğimiz konusunda önemli yatırımlara dikkat edilmiştir.
Yine “suç işlemeden önceki yaşamımız, sosyal çevre ve ilişkilerimiz” altmış gün süresince gözlenmiş, halka “Roj baş” deme suçu öncesinde de, halka “Roj baş” dediğimiz ağırlıklı olarak görülmüştür. Bu hayat verici tespit, suçu bulma açısından Hukuk literatürüne kayıt edilmiştir. Mesela akli durumumuzla ilgili yapılan tespit muhtemelen: Kendiliğinden ıslık çalmaya başladığı, avluda ve yaşam alanında türkü-şarkı-Kurdi okudukları, diğer sessizliğe gömüldükleri, sessiz iken örgütlendikleri şeklinde bir tespitin olma olasılığından söz edilmiş olabileceği kanaati oluşmuştur. “Sanat ve meslek faaliyetleri, ahlaki eğilimleri, suça bakış açısı” üzerinde de değerlendirmelerin yapıldığını da gözlemliyoruz. Bizim o hücrelerdeki sanat ve meslek faaliyetlerimiz takip edilmiş, yapılan takip sonucu, ahşaptan yaptığım eserler, mermerden yaptığımız heykeller, demiri eritip, yerli otomobil sanayinde buluşumuz üzerinden sanata olan becerilerimiz karşısında hayranlık duymuşlardır. Yine duvarlara olan bakışlarımız, sandalyeye oturuşumuz, battaniyeyi üşümememiz için üstümüze örttüğümüz görülmüş ve bundan da ahlaki eğilimlerimiz okumlanmıştır. Kapı mazgalından uzattığımız tabaklara konulan yemeklerin içindeki patatesleri, bulguru, pilavı yememiz ile oluşan suça bakışımız da ilgili kanaatte mutlak etkili olmuştur. Böylece, iki kişi, üç kişilik bir koğuşta kalabilir fikriyatı hâsıl olduğundan bugün, bu kar yağışlı günde yepyeni bir yaşama başlamış oluyoruz. Düzen kurulmuş, devletin “beka” sorunu ortadan kalkmış bulunmaktadır.
Biz ise yaklaşık olarak iki ay yalnız kaldığımız zaman ölçeğini geçmiş hayatımızda bırakıp, bir yeni yerde aynı tempoda volta atmaya başlamıştık bile. Avlunun gökyüzüne açılan ağzından aşağıya kar taneleri düşüyordu. Titremelik bir ıslaklık oluşmuştur avlunun dibinde, her adımımız kabaran ıslaklığın içinde şaplamalar çıkarıyordu. Bu yeni avlu bir öncekine göre geniş bir dikdörtgen biçiminde tasarlanmış olduğundan, volta atma mesafemiz uzadığından, işin tadına varmaya çalışıyorduk. Benzi sararmış avlu duvarları arasında sürdürdüğümüz yürüyüşümüz tam anlamıyla ıslanıncaya kadar sürdü. Sonra avludan yaşam alanına çekilip, ılık düzeyde yanan döküm dilimli kalorifer peteğine sandalyelerimizi yerleştirdik. Avluya bakan çift camlı parmaklıklı penceremizden avluyu seyrediyorduk bir yerden. Sonra Cihan başkanın aklına geldi. Kalkıp iki yoldaş, kucaklaştık. Haftada bir telefon görüşlerine giderken tokalaşmamız bir adım yakından yürümemiz, gösterdiğimiz “sanatsal ve mesleki faaliyetlerin” başarısından sonra böyle kucaklaşmıştık ve özgürlüğün bir başka boyutuna geçmemize neden olmuştu. Türkiye’deki her iktidar gibi, bizim de eş başkanlık iktidarımız planlı bir darbeyle son bulmuştu. Bakalım bunun sonu av olarak hapishane hayatımız daha ne kadar sürecekti. Toplam altı ay süren eş başkanlık iktidarımızda yaptığımız “suçların” karşılığında yatacağımız hapis davasına çoktan alışmışız. Gerçi bu alışkanlığımızın da daha sonra aleyhimize “suç” a dönüşmesini de beklediğimizi belirtmeden geçemeyeceğim. Düşünün; bir hapishanede, kış koşullarından kısık düzeyde yanan bir kalorifer peteğinin karşısında, sürekli planlar yapıp üretim bütünlüğüne karşı üretememe cezası ne kadar büyük olur. Devletin politikalarını eleştirmenin, hem de kimsenin olmadığı bir ortamda, iki kişi “bilerek ve tasarlayarak” üstelik “konuşarak” yaptığımız için hakkımızda her an yeni iddianameler hazırlanabilir ve her an yeni yaşam alanımıza baskın yapılarak, ifademize başvurulabilir! Bir koğuş düzeninde, dört duvar, avlu ve beton zemin aralıklarında iki eş başkan, “beka” sorununu tetikleyebilecek kadar tehlikeli düşünüp harekete geçebiliriz maazallah!
Bir yandan da yeni yaşam alanımızdaki değişiklikleri kontrol edip, etrafı tanımaya çalışıyoruz tıpkı bebeklerin ortama göz gezdirmesi gibi. Mesela ben banyodaki duş fıskiyesinin çalıştığını ve üstelik sıcak su püskürttüğünü keşfettim. Bu keşif bana daha huzurlu ve zahmetsiz banyo yapma fırsatı tanıyacaktı. İçinde bulunduğumuz yüzyılın nimetine nihayet cezaevinde kavuşmuş olmuştum. Bir önceki koğuş/hücrede var olan ama kaldığım bütün süre boyunca, çalışmadığı için, beş litrelik su petleri ile gerçekleşen zahmetli banyolarım son bulacaktı.
Bu keşif üstüne, oturup Cihan başkanın demlediği çaydan birer bardak içtik. Muazzam keyifli ve havalı bir de sigara tüttürdük. Dumanları savrulup havalanınca, efkârımızda kaybolup gitmişti. Bakalım bundan sonra ülke politikaları ve bizim koğuş hallerimiz nasıl seyredecek. Zaman içinde haberleşiriz…
2’Nolu C.İ.K. / C-26 - ELAZIĞ • 08.01.2020