Beş yüz elli milletvekilinin benim gibi televizyonlardan şahit olduğu şu Zonguldak’taki grizu patlamasında en nihayetinde 30 can ebediyen soluksuz kaldı. Geride yaşlı, dul, çocuk birçok gözü yaşlı, yüreği gamlı ve hiçbir şeyden habersiz insan bırakarak.
Beş yüz elli milletvekili parlamentoda yumruklaşırken onlar yerin beş yüz kırk metre altında ekmek davası ve onların ceylan derili koltukları için kazma sallıyordu. Kömür ocaklarına inip ülkenin sanayisine ivme katmak üzere durmadan karaelmas çıkarıyorlardı yeryüzüne. Yeryüzünde onların sırtında tepişenlere rağmen alınları terler, kömür tozundan simsiyah olurlardı.
Tarih ne kadar acımasız bir gerçekliktir hep tekerrür ediyor.
Adına grizu dedikleri şu patlama cumhuriyet tarihine hep tekerrür ede ede yerleşmiş ve tekerrür ede ede istikrarla yürümeye devam ediyor. Önlem alınsa canları çıkacak yukarıdakilerin. Aşağıdakiler öle dursun onlar göbek bağlamaya.
Karaelmasa güvenliksiz sürülen bu insanlar toz külleri yuttukça göbeği çıkanlar hep baştakiler oluyordu. Onların dul ve yetimleri süründükçe baştakilerin kravatları uzayıveriyordu santim santim.
Ve onlar öldükçe baştakiler mantar gibi türüyordu ülkenin üstüne hem de zehirli zehirli.
Yerin o kadar derininde çaresiz ölmeği tarif edecek var mıdır bilmiyorum ama bildiğim bir gerçeklik var orada ölmek buz, soğuk, sahipsiz, çaresiz, acımasız bütün hüzünleri topluyor bende.
Baştakilerin dudaklarının arasına aldığı bıyıklarını dişleriyle kırpmasını duyar gibiyim. Onların ölümler üstüne, sefalet üstüne kurdukları saltanatları giderek güçleniyor ve onlar kıkırdamaya devam ediyor.
Hani yerin o kadar derininde ölmek için çok neden var diyebiliriz belki ama yerin üstünde bundan farksız bir görüntü yok ki işte Muğla da Şerzan KURT. Şerzan okuyup memlekete faydalı biri olacaktı. Üretecekti. Alın teri dökecekti. Kanı döküldü.
Baştakiler kan duymayı, kan okumayı, kan görmeyi seviyor.
Günün yorgunluğunu televizyon karşısına geçip acı bir kahveyle acı görüntüler izleyerek geçiriyor.
Yoksa başka izahımı olur bundan farklı.
Bu kadar acıyı, zulmü, işkenceyi, ölümü görüp çare olunamıyorsa bunun adına başka bir şey demek doğru olmaz ki.
Yerin altında, yerin üstünde olan oluyor ve aynı zihniyetin tavan yaptığı ve büyük çoğunluk tarafından sessizce izlendiği ve sanki kabul gördüğü asıl düşündürücü olandır. Ürkütücü olan budur aslında. Yanı başımızda ölen ve öldüren duruyor ama biz onlara göz yumuyoruz.
Kader deyip köşemize çekiliyoruz.
Acıdan daha acı olan da bu nu “kader” diye halka yaftalamak.
Her şey görüldüğü gibi mi? Değil tabiî ki.
Toprağın derinlerinde emek sarf edenlerin yarında önüne çıkacak olan budur. Onların çocukları yaşamak için babasızlığı sindirecek aç kalmamak için ağlamayacak bile. Dul eşi sırtına küfeyi alacak çalışacak bahçe Pazar.
Ve Kürt çocukları okullarda ve dağlarda vurulmaya devam edecek. Ceza evlerinde koşullara karşı bedenini kalkan edecek. Çünkü kargaşadan ve karmaşadan faydalananlar…
Yine savaş uçaklarına bindirdikleri tonlarca sermayeyi dağlara boşaltacak. Bu satırlar yazılırken dağlara bombalar yağmaya devam ediyordu.
Oysa hazine kaynakları doğru kullanılsaydı, dağlara boşaltılan bombaya ihtiyaç duyulmazdı ve yerin yüzlerce metre altında kimseler ölmezdi.
Ne diyelim.
Ölümü halka yakıştıranlar, seks fantezilerini saklaya dursunlar gün gelir devran döner…