Gökçe Bilgin'in edebi metinlerini (öykü, deneme) oggito ve bianet sitelerinde okumuştum. İyi metinlerdi, okunduğunda kendini okutan türden bir edebiyatın örnek metinleri.
Bilgin'in yakın günlerde ilk kitabı, "Porselen Bir Mevzu"* romanı İletişim Yayınlarından çıktı. Kitabın okumasını bitirdiğimde epey sayfada altını çizdiğim satırlara bir daha baktım.
Okumayı bitirip de üzerine bir şeyler yazmaya karar verdiğimde ilk düşündüğüm şu oldu; adına "yazar" dediğiniz, aslında kendisi de iyi birer okur olan, en mühimi de bu "okur" kimliğini asla aklından çıkarmayandır.
Daha ilk romanının hemen girişinde en iyi okurun, okuduklarını unutmamak için bir kenara not alan olduğunun vurgusunu yapmak! Hatta kimi kez okuma metinlerinde sevilen cümlelerin not edilir ya da altı çizilirken üzerinde çalışılarak "kendi cümleleri"ne dönüştürmek...
Daha ilk romanını (ilk kitap olduğunu bir kez daha vurgulayarak) yazan ve yayınlatan bir yazarın işin başında kendi yazma serüveni üzerinden kendiyle yüzleşerek işe başlamasının cesurca satırları; "İlk romanı yazacaksan, yalnız kalmalı ve kendine sorulması gereken bütün soruları sormalısın." Ama bu soruları yazar kendine sorarken; insanın aslında hayatın kendisine dayattıklarına bir karşı duruş geliştirerek sanki hayatını değiştirmek için de yazması gerekliliği...
İyi okura selam
Her bir şeyleri bildiklerini sanıp hiçbir şey yapmayanların, yalnızlığa methiyeler düzerken hiç yalnız kalmayanların yaygın ve yoğun dünyasında belki de yazar başka bir cepheden bakarak edebi bir "içses" olmaya davetiye çıkarıyor.
Öylesine titiz bir hassasiyet ki kimi iyi yazarların belki de en az bir kez karşılaşma anında mutlu olacakları o dikkatli ve sahiden iyi okura selam yollayan cesaretle sadece kendine ve yazdıklarına güvenen bir üslup.
Yazı odasının penceresi önündeki "kadife yapraklı camgüzeli çiçeğinin yapraklarının ışıltısı"ndan yazdıklarının kudretine hatta kusursuzluğuna inanan bir özgüven!
Belki de adına "modern zamanlar" denilen bu tuhaf çağda, hayli evvellerin edebiyat dünyasında artık neredeyse unutulmaya yüz tutan edebi erdeme gönderme yapmak asaleti.
Sanki görülmek istenmeyen, hatta hakkında hiçbir şey söylenmeyen "davranışların muğlaklığına" inat, "ben buradayım işte" diyen bir edebi üslubun ispatı vücut edası.
Okuma birikimlerini romanın satır aralarında hissettirerek adeta yıllarca kendisine saklayan ve zamanı gelince avuçlarının içinde tuttuğu edebi tılsımı orta yere serpip "alın size, işte roman..." diyen bir üslup olarak okudum "Porselen Bir Mevzu"yu.
Bugüne dek okuduklarım içinde ilk kitabıyla roman kurgusunda yazmayı kendine dert edinmeye dair bunca kelamın metin içine yedirilmesi ancak bu kadar olabilirdi diyebileceğim bir ilk kitap. Belki de ileride roman yazmaya soyunacaklar için kimi edebi destek teknik yazım kitapları dışında, edebi örneklem de olabilecek bir roman.
Üç Zümrüt
Romanda adları çakışık (bu bir tercih) üç Zümrüt kadın karakteri üzerinden birbirlerinden etkilenen ama aile durumları, yaşam biçimleri çok farklı olsa da okuma ve kitap sevdaları üzerinden birbirlerinin hayatlarına dokunan kadınlar var. Ve Zümrütlerin yaşamlarındaki "silik" erkek tipleri.
Zümrütler adı "normal" olarak dillendirilen aslında hiç de normal olmayan, o alışıldık normalin dışına taşan kadınlar üzerinden her birimizin hayatlarına birer ince dokunuş yapıyor.
Gah ne kadar çok yoksul ve yoksunlarsa onların içinden çıkıp çok zalimleşenlerden söz ediyor. Gah zengin olanların evlilikleri nedeniyle aileleri birleştikçe tek ve muktedir olarak daha da zenginleştiklerinden söz ederek bir sınıf panoraması çiziyor.
Porselen; naylon ve plastiklerin her şekli alabilen yaygın dünyasında, kavram olarak görüntüyü geçirgen kılan şeffaf, değerli ve kırılgan bir obje. Tıpkı hayat gibi. Hem göz önünde hem değil! Hem meraklıların bilebildikleri kadar, hem de o meraklılar yerlerinde çatlasınlar diye kimilerinin kendilerine ait olanı kendilerine sakladıkları kadar. Elden düşüp kırılınca en usta müdahalelerle onarılsa bile yapıştırıldığı ve dokunulduğu yerde hissedilen, tıpkı hayatın bizzatihi kendisi gibi porselen...
"Porselen Bir Mevzu", hikâyeleri olan Zümrüt kadınlardan öte, başka bir yerden de oku(n)mayı hak eden bir kitap. Okumak-yazmak ve kitapların dünyası üzerinden bir edebi okuma.
Hayata, kitaplar sayesinde katlanabilirliğin farkındalığının itirafı. Yazma mevzuunun daha henüz başındakiler için güzel bir örnek. Üstelik bunu her biri farklı üç kadın karaktere söyletmek!
Her iyi hikâye anlatıcısı kendi kelimeleri ile kendi kurduğu cümlelerle ve kendi üslubuyla hikâyesini vaz eder. Hayatın neresine, nereden dokunmuşsa oradan konuşur, anlatır. Anlatmak istediği her ne ise tanıyarak başlar anlatmaya.
Muradına ermiş yazar
İşte, iyi yazar da böyledir; titizlikle üzerine titrediği kelimelerin yitip gitmesine, heba olmasına asla müsamaha göstermez. Adeta kelime avcılığı yaparak, kelimeleri yoğurup lezzetle sunar okura.
Bu baptan hareketle "Porselen Bir Mevzu" der ki; "eğer bir gün birileri yazdıklarımla ilgilenmek isterse okuduğum kitapları tek tek incelemeleri gerekecek. Kendi kitabımı başkalarının yazmış olduğu kitapların içinde saklıyorum. Sözcüklerim başkalarının sözcüklerinin arasından seçilip bir köşeye konuluncaya kadar onları başkalarının sözcüklerinin içine saklıyorum...Emin olduğum tek şey var. Yazmak istiyorum. Tıpkı, yazar yazmaz mutlu olan bir yazar gibi..."
Bu alıntıyı yazının finalinde niye mi yaptım? Şu sebeple: "Porselen Bir Mevzu"nun basılı hâlini eline almış olan Gökçe Bilgin bir okur gibi kendi kitabını okuduktan sonra inandım ki, mutlu olmuştur. Çünkü muradına ermiş bir yazardır. Hem üslubu, hem kurgusu, hem de metnin akışkanlığı üzerinden "acaba okuru sonraki kitaplarında nasıl sürprizler bekliyor olacak" dedirten çok iyi bir ilk romanla buluşturdu bizi yazar...
*Bilgin, Gökçe. Porselen Bir Mevzu. İletişim yayınları, 2021 İstanbul