'Vefa' mı dediniz?

Şeyhmus Diken

Evet, evet! Sanki vefa dediğinizi duyar gibi oluyorum. Oysa vefa’yı teleffuz etmeyeli / edemeyeli hayli zaman oldu.

Vefa sanki insanın insana; sesinin, soluğunun, nefesinin kadrinin kıymetinin değdiği / dokunduğu evvel zaman yıllarında kaldı gibi. Ben “evvel zaman” diyeyim de siz yaşınıza göre hangi zamanı anlarsanız artık.

Ama ben vefa’yı önce bir semt adı olarak bildim. Taa liseli yıllarımda, bir yaz tatilinde İstanbul’da o yıllarda Üsküdar Koruluğunun hemen yanıbaşında oturan rahmetli Halil Dayı’mın evine konuk olarak gittiğimde bilmiştim vefa’yı. Bir gece vakti sokakta bir seyyar ses duymuştum, ritmik bir ses; booozaaaa diye bağırıyordu. Boza’nın de ne olduğunu bilmezdim o yıllarda. Sonra öğrendim.

Meğerse boza’nın en ünlüsü vefa bozası’ymış da! Vefa da aynı zamanda İstanbul’da bir semtin adıymış. Adıyla anılan bir lisesi varmış! Bir de futbol dahil çeşitli dallarda spor faaliyeti yürüten bir klüpmüş Vefaspor…

Tabi benim anlattığım altmışlı yılların sonu, Vefa, futbol takımı olarak İstanbul’un üç büyükleri ile yarışan hayli itibarlı bir futbol takımı. Epeyce taraftarı da var.

Sonra unuttum Vefasporu, zaten futbolla çok arası olan biri de olmadığımdan akıbeti de beni pek ilgilendirmedi. Üzerine leblebi dökülüp yenen / içilen bozanın ise tadını / taamını unutalı yıllar oldu.

Geçtiğimiz günlerde şahsıma reva görülen bir “vefasızlık” örneğine karşılık dostum Arif Ali Cangı “vefasızlık”a karşı “Veda” yazımın altına yorum olarak yazmıştı, öğrendim; meğerse Vefaspor küme düşeli, artık amatör küme takımı olarak hayatını sürdüreli epey olmuş.

“Ne tuhaf” dedim kendime!

Zor iş! Adı Vefa olan bir zamanlar İstanbul liglerinde üç büyüklerle “dördüncü takım” olarak yarışan Vefaspor’un amatöre düşmesi.

Sonra kabullendim. İnsanın insana sesinin, teninin, nefesinin değmediği modern ve tuhaf zamanlarda vefa kavramı insani manada unutulunca! Vefaspor’un da anlamı kalmıyor demek ki! Tıpkı “vefa” ismiyle ünlenen boza’nın artık lokal bir ürün olarak kalması gibi.

Vefa’yı unuttu insan olduklarını unutanlar…

Oniki yıl gazetelerine hiçbir karşılık beklemeden yazan, üstelik kendilerinin daveti ile yazan yazarlarına; kuru ve soğuk bir elektornik posta ile “buraya kadar” diyebiliyorlar. Deme hakkını kendilerinde bulabiliyorlar. Ve tuhaf olanı bunu “doğallık” içinde yapabiliyorlar. Üstelik “kapitalist modernite”ye, insanı makinalaştıran kapitalizme karşı, insanı ve emeği yüceltmek gereğini hergün manşetlerine çıkardıkları halde…

Bir başkası siyasetçi! Yıllardır kanla, ateşle barutla içiçe yaşayıp Kürdün varlık kelamını siyeseten dillendiren bir şehirden, o şehirle hiçbir illiyet bağı yokken / olmamışken uzak diyarlardan gelip Kürt temsiliyeti adına vekil olarak seçildiği gece; sanki aylardır bunca ölümü, yıkımı, sürgünü, felaketi yapan “vicdan”a davet ettiği AKP değilmiş gibi “vicdan” beklediğini dillendiriyor AKP’den / AKP’li “vicdanlı”lardan. Onu seçen Kürtlerin gözlerinin içine bakarak! Üstelik Lice, Silvan, Sur, Cizre, Gewer tammüden cinayete kurban giderken…

Vefa işte! Vefa ve Vicdan ayrılmaz ikilidir. Biri diğerisiz olmaz. Vefa’dan vazgeçince vicdanlar da kuruyor bu tuhaf zamanlarda.

Bütün bunları niye mi yazdım, biraz da “ad” koymadan, açık uçla!

Şu sebeple, demiş ya özlü kelam; “Bende yok sabr-u karar, sende vefa’dan zerre. İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere…”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.