Newyork’tan Santa Fe’ye bir uçak değiştirerek 5 saatte ulaştık. Amerika işte, koskoca bir ülke. koca koca ovalar, kocaman ve niye yuvarlak olduğunu anlamadığım yeşil yeşil tarlalar görüyorum. Bizde üç beş ağaçlık bir caddemiz olduğu zaman hemen Dünya’da “eşi benzeri yok”u yapıştırıyoruz. Üç beş dekarlık bir ovamızı Dünya’nın en büyük ovası diye böbürlene böbürlene anlatıyoruz. Amerika’nın bu büyüklüğü 1991 deki bir anımı hatırlatmıştı ki bi anda kendimi gülerken buldum. Seden anlamsız anlamsız yüzüme bakarak;
-“Amca buyur, birşey mi söylediniz” dedi.
- Yook, yok bişey.
- Ama güldünüz.
- Yo yo bir şey demedim. Eski bir anım aklıma geldi, gayri ihtiyari güldüm.
- Nasıl bir anıydı ki öyle içten güldünüz?
- “Anlatayım sende biraz gül”dedim.
1991 yılının ilkbaharıydı Hakkari’de bahçeli bir çayhanede birkaç kişi güneşlenip çay içiyoruz. Bir taraftan da gök yüzündeki Amerika savaş uçaklarını izliyoruz..
Hava soğuk olduğu için arkalarında bıraktıkları beyaz buhar gök yüzünde karmaşık çizgiler oluşturuyor. Amerika uçakları Sümbül dağı ve Çarçela dağları üzerinde turlar atıyor. Sonra akaryakıt tankerine bağlanıyor, yakıtını alıyor ve güneye Irak’a yöneliyor. O sırada bir aşirete mensup, AĞA özentili bir tanıdığımız da yanımıza geldi. Biz Emperyal Amerika’nın Büyüklüğü ve gücünü konuşurken O ağa özentili aşiret mensubu bize sordu;
-Yaho öyle abartarak anlatıyorsunuz ki (Em …… jî biçin hewara Seddam, pekve nikaribin Amerika.) Neredeyse bizim aşiret de destek için gitsek Saddam’ın safına yine de Amerika ile baş edemeyeceğiz haa.”
- Uçağın penceresinden dışarıyı izlerken bu anım aklıma geldi ve gayri ihtiyarı güldüm dedim.
* * *
Newyork’tan Sante Fe yolculuğumuz için uçakla 2 saatlik bir uçuşla New York’tan Batılılara layık tertemiz bir hava alanı olan Mineapolis’de uçak değiştirerek 3 saat sonra Santa Fe ye inebildik. Santa Fe’ye inmeden önce ben de Santa Fe (sanat merkezi kelimesinden başka) hakkında bir bilgiye sahip değildim. Tahmini 100 bin nüfusa sahip bir kent.
Havaalanından otelimize kadar yaklaşık bir saat yol aldık. Büyük bir merakla etrafımı izliyorum.
Tek katlı kızılderili evleri ve kırmızı beyaz benekli atlar. Yolda öğrendim, meğersem “teksas tommiks”in mekanıymış buralar.
Hele hele PEKOSBİLL’in (Pecos)kentine çok yakınmışız. Etraf ormanlık, bodur bodur çamlar var. Ağaçlardan olmazsa kedinizi Özalp, Muradiye, Patnos, Malazgirt, Yüksekova ovasında, Muşta veya Kapadokya’da sanırsınız. Görüntüler bundan 30-40 yıl önceki Van veya Iğdır’ın aynısı. Çatılı ev yok. Daha sonra anladım ki şehrin tarihi dokusunu bozmamak için yüzlerce yıl önceki mimariye sadık kalınmış.
Hepsi bizim toprak damlı kerpiç evleri andıran yapılar. Şaşkın şaşkın etrafımı izliyorum hala. hani Amerika’dasınız ya, gözlerim hep çok katlı veya ihtişamlı binalar arıyor ama alışveriş merkezlerine benzer koca koca binalar, çarşılar yok... Ben yüksek yüksek binalara sahip bir şehir göreceğim diye gözlerimi dört açmışken, nihayet bu toprak sıvalı binalardan birinin önünde durdu arabamız “işte oteliniz” dedi şöför kardeşim. Şaşırmıştım çocuklarla birbirimize bakakaldık, dıştan beğenmemiştik oteli. Ama nerden bilelim içinin dış görünümünden çok ama çok farklı olduğunu.
Hani bizde bir deyim var (Dışı kalaylı içi vayvaylı diyoruz)ya.. Santa Fe ve binaları bu deyimin tam tersi. yani bu durumda “dışı vayvaylı içi kalaylı” demek daha doğru olur.
Devam edecek…
Kızlar için Van ve Hakkari yöresinin sıcak renkli, güllü çiçekli kumaşlı folklorik elbiselerinin temini bizi bi hayli zorlamıştı. Derneğimizin Yönetim Kurulu üyelerinden Şerife hanım sağ olsun bu konuyu Cemil İpekçi’ye iletmiş. Cemil Bey de seve seve Kabul etmiş ve tarifimiz üzerine kızlarımızın elbiselerini hazırlamıştı. Hem de kumaşından tutun ayakkabısına çorabına kadar kendisi kapalı çarşıdan almış ve bizden bunun için bir ücret dahi almamıştı.
Cemil İpekçi’nin Yardımcısı Oya hanım elbiselerin dikişini bitirdikten sonra kızlarımıza giydirerek beğenimize sunuyor.
Santa Fe yolculuğumuza Galatasaray Cezayir sokakta, kızlarımızın giydiği Folklorik elbiselerle start veriyoruz.
Van’dan yola çıkan kızlarımız New Meksiko Eyaletinin Ünlü sanat kenti Santa Fe’nin caddelerinde böyle görüntülendiler.
Santa Fe hava alanına indiğimizde bir gurup genç bizi karşılamış, birer şişe su ve biskuit ikram ettikten sonra çantalarımızdan kolilerimize kadar tüm eşyamızı bize el sürdürtmeden bineceğimiz aracın bagajına koymuşlardı. Organizenin ciddiyetini ilk adımda anlamıştık.
Etkinlik alanına girdiğimiz anda ilk göze çarpan şey isimlerimiz üzerinde yazılı olduğu içme suyu şişeleriydi.
Saat başı bir görevli elinde içme suyu surahisinden davetli sanatçıların boşalan şişelerini dolduruyordu.
Organizasyonda gönüllü olarak görev almış emekli üst düzey bir bürokrat, esnaf veya bir memur belirli zaman aralıklarıyla meyve, pasta, kurabiye ikram ediyordu misafirlerine… Bunları kültür adına yola çıkıp, taziye çadırlarında halay çektirip, yazarlarının ve sanatçılarının altına kırık bir sandalye koymasını düşünemeyen kültürün “K” sinden bi haber olan kültürcülerimize göstermek lazım. Gerçi göstersen de mazeretleri hazır. Nasıl olsa “İmkan ve olanak” kelimelerinin arkasına sığınacaklar. Ama mesela Van Güzelliği ve zenginliği ile Santa Fe’den asla geri kalır değil. Mesele yetenek, kabiliyet, yaratıcılık ve birliktelik meselesi.
Festival boyunca kızlarımızın giydiği sıcak renkli, yöresel elbiselerimiz kadar güler yüzlülükleri de herkesin dikkatini çekmişti. Etkinlik boyunca en çok fotoğraflanan stant bizim standımız olmuştu.
Dünyanın dört bir yanından, her renkten, dilden ve dinden insanların buluştuğu festival alanında herkes kendine has folklorik el sanatlarıyla festival alanını şenlendirmişti. Stantlarda 15 bin dolarlık bir ipek halıdan tutun, 5 dolarlık bir boncuk takıya kadar herşeyi bulabiliyordunuz. Biz de birlikte götürdüğümüz kilim tezgahımızla beraber yöresel kilimlerimizi de sergileyip satma fırsatı bulduk.