Uzun çirokları (masal) Mezopotamya deryasında dolaştırırken kendi yaşamımızı çağlayan sesiyle sunuyordu bize o. Hani gurbeti yaşamışsa bir kişi ve özlemi kendinde içim içim bir yangına çevirmişse biri o da oydu kanımca.
Hasreti Urfa önlerinde kupkuru toprağın yangınına bıraktı, Diyarbakır"ın alnı terli lehçesine, bir Süryani kızın mavi boncuğuna Karanfil kokulu geceleri Dicle"nin yamacından salıp nehrin sinesine sevgi sevgi işledi. Ama akşamüstleri su verir gibi toprağa bir dengbêjin edasıyla akıttı Fırat"ı.
Su toprağı öptükçe ve rahmine döllendikçe çiçek verdi oğul oğul Mezopotamya. O ise hasreti narçiçeklerinin yumrusunda çoğalttı. Senli sürgünlerde çok kültürlülüğü dilin en üslupvari hatlarına işleyen ve o işlenmiş anadil rengini zamanın iklimine damıtandı. Onun için mahzenlerde ışık görmemiş sevdayı dünyanın en özgür havasına serip kurulamak zahmetsizdi. Çünkü hasreti evcilleştirmeyi beceren en akil adamdı o. Tüm basamaklarında sürgünün, vahşi özlemi anadilinin ninnileriyle beslemiş ve kaç kat arşa yükseltmişti.
Çocukluk yıllarının en azgın anısı nasıl yer etmişse belleğinde öyle bir hasretle çağladı kitapların arasında ve bilgeliği güvercin olup uçuverdiler sayfa sayfa dillerin dünyasına. Kıtalar ötesinden gah yanardağlar gibi kükredi gah kartallar gibi süzüldü.
Çocukluğundan işlik cebine sığanları alıp götürmüştü ancak komple Amed"in surlarına emanet etmişti her şeyini. Ömür bu çıktı yola epey bir zaman. Bir yerinde dedim tam bir yerinde hayatın sancısı tuttu. Gelince o terli toprağın ve kavruk tenli çocukluğunun yurduna yeniden doğuşunu gerçekleştirdi. Ama o her kitabında yeniden doğuşu zaten gerçekleştiriyordu.
Bu kez kayalıkların sırrı bedenini diriltemedi.
Kürtçe yazarak ruhunun derinliklerindeki çocukluğu hep taze tuttuğu gerçeği onu sonsuzluğa uğurlarken, acısı sürekli Kürtlerin kasıklarında kalacak ki ilk gün tazeliğinde tutsun sevdasını. İnandığı sevgiyi sırtından hiç eksik etmesin beyninden hiç eksik etmesin diye.
Aşk gibi aydınlık, ölüm gibi karanlık yolculuklarda sırrı yüklemiş olduğu kelimelerin kanadından esen yelin insan yüzünde bahara, gülücüğe dönmesi ve bir o kadarda düşündüren öğeler olması itibarını yaratmıştır. Yaratmıştır diyorum çünkü o varlığında olduğu gibi yokluğunda da yaratma sanatını miras olarak bırakacağı günleri önceden düşünmüş ve özlemlerinde dinginleştirmişti.
Uzun soluklu bir çığlık, aşk dolu bir gelecek için sürmüştür.
Paramparça yürekler bıraksa da her soluğunun ardında aslında toparlayabilen bir yaratıda bırakmıştır her zaman yanı başına okuyanın. Her kim ki onun soluğundan geçerse kendinden bir parça görecek ve bir parça esin alacaktır. Elbette ki o dillerin ve kültürlerin çoğalması için aşk gibi bir ömür yaşarken, rüyalarında dahi çok renkliliği yakalamıştır. Dilini kullanmak için doğduğu toprakların kanunları cömert davranmasa da ona o mert yanını hiç esirgememiştir.
Mehmet uzun
Uzun ola ömrüm
Ana dilinde ağlayamayan çocukların
Gözyaşlarını anlattın anadillerinde...
Senindir zafer
Kansız, silahsız zafer senindir
Bu gün bayram, küslüklerimizi toprağın derinliklerine gömeceğimiz o mavi akşamüstüdür. Çılgınca yaşamı arzuladığımız ve öpücüklerde yarattığımız aşk sarhoşu gerçeğin kavşağında. Alıp seni götüren ölüm karanlığına inat bayram aydınlığında öpüyorum ellerini. Tıpkı Depinde bir öğle üstü alabalık eşliğinde içtiğimiz Hakkâri havası gibi hasretle öpüyorum ellerinden.