Kendimi bildim bileli Yüksekova'nın il olma muhabbeti hep vardı. Artık muhabbet bitti ve kanunlaştı diyebiliriz: Yüksekova vilayeti.
Kimi kaynaklara göre 1936 yılında ilçeye dönüştürüldüğü yazılsa da esasen 1934 yılında ilçe olduğu belediye kayıtlarında mevcuttur.
Aslında oldukça eski bir tarihe sahip Yüksekova.
M.Ö. 7000 yıllarına dayanan kesin bilinen bir eski tarihten söz edebiliyoruz. Hatta M.Ö. 1000'li yıllarda Urartuların yörede yaşadığı sav edilir.
Resmi tarihin yalanlarını bir kenara bırakalım sadece kayalara çizilen figürler bize Yüksekova’nın geçmişine dair tarihsel ışıkları teslim eder.
Adı Gever'dir. Ama Dîze olarak bilinir. Orta yaş üstü yaşayan her Yüksekovalı, özellikle kışla mahallesinin olduğu yerin adının Dîze olduğuna birebir yaşayarak tanıklık etmiştir.
Kimine göre “kale” kimine göre ise sulak olduğu için “sızak” anlamına gelir Dîze. Gever’in ise gevherden geldiği için “Güzel” ya da “Harika” anlamı taşıdığı söylenir.
40 kilometre uzunluğu 15 km genişliğinde yaklaşık 2000 bin rakımıyla Yüksekova platosu dünyanın ender alanlarından biridir aynı zamanda.
Ama esas güzelliği bu platonun etrafını saran muhteşem dağlarından gelir.
Reşko yükseltisi (tepe) bin yılların buzul dağına komşudur. Yani Cilo dağına. Öyle vahşi, öylesine büyüleyici bir dağdır ki; her mevsimden bir parça bulmak mümkündür. Bağrında tuttuğu bu olağan üstü güzellikten alır ismini. Kınalı keklikler, billur kar suları, kayalıkları, rüzgarı, güneşi, bulutu ile tam bir mevsim yeridir.
Dağ keçilerinin dolandığı Sat Dağı doruğundaki göletler, mavi gökyüzünün altında ve binlerce metre yüksekte tıpkı bir nazar boncuğu gibi durur.
Ve bu dağların içine konuşlanmış yaylaların tarifi mümkün değil.
Yeryüzü dokusunun yeşil mücevherleri, serin mi serin rüzgarları, sımsıcak güneşi, vazgeçilemez yıldızları ile yaşamın lezzetini ikram eder insana.
Ama zorludur bu topraklar. Yaşamak için direnmek, mücadele etmek gerek. Karlı doruklarında kalmak tehlikelidir. Geçit vermeyen mevsim koşulları bu kuru ve sert iklimde yaşamı haps eder.
Dört bir yanı dağlarla kaplı bu platonun sıradağları da var. Spîrêz dağları gibi. Kayalıktır ekseriyeti ve bu bölgede yaşayan sürüngenlerin, uçan yırtıcıların kahır ekseriyeti bu sıradağı mesken tutmuştur. Zozanları ise evcil hayvanlara kucak açar. Hayat her daim adrenalin sunar buralarda. Kartal kanatları kapanıp açıldığında bir heybetli olur bir heybeli..
Yılanlar ile kartalların savaşlarını daha hiçbir belgeselci kayda almamıştır.
Bu koca dağların arasından daha kuzeye gidince Mor Dağının ihtişamlı namına rastlarsınız. Kocaman gövdesinin etrafına yayılan köylerin bıraktığı anlam düşündürücüdür.
Şahın yaşadığı “Şahê” köyü, kasrının olduğu “Qesran” köyü, mührünün olduğu “Morê” köyü, kalesinin olduğu “Kelî” köyleri ile buradan bir medeniyetin, bir devrin geçtiği ve kapandığı anlaşılıyor.
Dedik ya! Tarih burada kayalıklara iz bırakmış, toprağa, yamaca ve yaşama.
Eskidir burada tarih ama çok gençtir de.
Dünyaya uzak ama her yere yakındır Yüksekova.
Dünya var olduğundan beridir duran bu dağların siluetine baktığınızda genç görünmekten alamaz kendini. Bitki dokusundaki yeşile de baktığınızda bu genç tılsım kaçmaz gözlerden.
Belli ki; kavganın kaçınılmaz olarak gelip yerleştiği bu toprak parçasında genç kalınmasa hep yenilgi olur. Yani bu topraklar ve üstündeki nehirler, dağlar, yaylalar genç kalmak zorunda.
Doğa ana buralara şans vermiş.
Ama acıda, kederde, kaderde, gözyaşında, sürgünde bu kadar şanslı davrandığı söylenemez.
Yine de her yere yakındır Yüksekova.
Tüm kıtalara mesafesi “an”lıktır.
Tüm yüreklere uzaklığı yakındır.
Kapalı bir havuz konumunda olduğu için, soğuk hava akımları üzerine çöker ve adeta donar kış boyunca, uzunca bir zaman kış-boran geçer.
Ama yine de uzak değil olup bitenlere.
Gecenin karanlığında, gündüzün apaçık yüzünde: bombalansa da, yakılsa da uzak değil hiçbir yere. Yakındır, insandır, insancıldır, sever her yeri ve her canlıyı…
Ama hala kan akan damarlarıyla, yaralı Yüksekova’nın vilayete dönüşünü izliyoruz şu ara.
Muhteşem toprak parçası çok dayanaklı…
Ve belli ki Yeni şeyler olacak. Bu Sümer ve Hitit izleri taşıyan kent yeni gelişmeler görecek. Mezopotamya’nın kilimi, çayırlarıyla bir büyük kent olacak.
Adı başka sanı başka!
Yerel ölçekli ekonomik hareketlilik başkalaşacak. Sahip çıkmalı, adil olmalı, eşit paylaşmalı. Toprağın bereketi kadar terazili olmalı…
Aslında büyük olan bu kentin, bir kez daha büyüklüğüne tanık olmak için bir arada olma zamanı. Kentin ruhuyla yaşamalı. Güzelliği çoğaltmalı.
Çoğaltılmış güzellik, mutluluktur aslolan.