Tipi, ekmek ve sevgi

İrfan Sarı

Hava raporları hiç açıklanmasa da Zırav ana şubat ayı gelince havaya düşecek değişiklikleri hayat okulundan öğrenmişti.

Onun için geceden esmer ununu naylon leğene döktü ve her zamankinden daha fazla yoğurmaya başladı. Esmer unun içine birazda fabrika unu serpiştirmeyi unutmadı ama. Yoğurduğu leğeni güzelce örttü ve dinlemeye bıraktı. Annesinden miras bu iş baba evi mesleği sayılırdı tabi o zamanlardan bu güne hamur teknesi yerine naylon leğen geçmiş bir tek.

Sabah ilk işi uyanıp tandırı tutuşturmak ve kızdırmak olacaktı.

Yorgundu, Yoğurduğu hamurun verdiği bu yorgunlukla kırk yıldır aynı yastığa baş koyduğu hayat arkadaşının yaşlı uykusunun yanına uzanıverdi. Dışarıda rüzgâr dolaşıyordu sesi gelip duvarlara çarpıyor ve saçakları kızdırıyordu. Evdeki herkes bir bir uykuya geçmiş bir tek o kalmıştı uyanık. Biraz sonra içerideki yaşlı uykunun ve dışarıdaki deli rüzgârın kollarında uyumaya geçti sımsıcak gözleri.

Rüzgar şiddetini arttırınca yağan karı savuruyor tipiye çeviriyordu. Aynı saatlerde yola çıkan bir minibüs dolusu yolcu mahsur kalır. Bekledikleri saatler boyunca korkmuş, ölüm akıllarına gelip oturmuş, üşümüş ve acıkmışlardı. İçlerinden biri saatlerdir süren bekleyiş sonunda ölüm olacağını kabullenmiş ve hiç olmazsa kurtulmak için bir çaba deyip mahsur kaldıkları yere yakın bir yerleşim birimine topluca yürümeleri halinde kurtulabileceklerini kabul ettirir.

O önde diğer yolcular arkada kısa yolu tipiye direne direne bitirip evlerin olduğu bölgeye gelirler. Bağırışlarına ahali uyanır bu bağırışlara bir iki saat önce gözlerini uykuya teslim eden Zırav anada kayıtsız kalmaz ve kuş uykusu kadar hafif uykusundan uyanır.

Gelen bu bağırışlara anlam vermek için dışarıyı gözetler ancak tipi pencerenin bütün camlarını kapatmıştır. Yatakların altındaki tabancayı çıkartır kuşağına yerleştirir ve kapıya çıkar. Bu mahsur kalan yolcuların durumunu bilmeden alır içeriye misafir odasındaki sobayı hemencecik tutuşturur.

Bu arada gelinleri ve oğulları da yardıma gelir çok geçmeden hiç dinlemediği bu insanların hikâyesini oda ısınmaya başlarken dinler. Korkudan ve açlıktan dolayı kendilerini güvende his eden bu insanlara sabahın doğmasına daha vakit varken kimisi uykuya geçti kimisi şaşkınlıkla mutluluk arasında sendeleyip durdu.

Bu bağırışları duyan ahalinin de gelmesiyle oda tıka basa dolmuştu çoktan.

Hep birlikte aç olan bu yolculara sofrayı serdiler peynir ekmek, yanına da yeni demlenmiş sımsıcak çaylar konulunca açlık giderilmeye çalışıldı. Doyduktan sonra herkes oturduğu yerde gözlerindeki uykusuzluğu gidermeye çalıştı.

Artık sabah olmuş ve Zırav ana tandırını ateşlemişti. Evin bu misafirlerine ve çoluk çocuğuna yetecek kadar ekmek pişirmesi gerekiyordu. Ortanca gelini de gelip esmer unun ekmeğine yufka açmaya başladı ve çok geçmeden, durmadan devam eden tipinin savurduğu yerlere taze ekmek kokusu yayılmaya başladı.

Zırav ananın tandırı tutuşturduğu sıralarda Aylin öğretmende okulda sobayı tutuşturuyordu. Daha çocukların gelmesine zaman vardı fakat dışarıda ki havaya baktı ve bu hava tekin değildi çocuklar evlerinden çıkmadan ulaşmalıydı onlara. Birkaç evi dolaştı elleri sızlamaya başladı yürünecek gibi değildi. Müezzinin evine geldiğinde aklına geleni yapmaya kar verdi. Ve cami hoparlöründen ilan etti.

Bu fedakâr Anadolu kızı Zırav ananın esmer ekmeğinin ne zaman pişeceğini biliyordu neredeyse sızlayan parmaklarından ötürü ağlayacaktı ki Zırav ananın yanına vardı. Minnacık burnu kızılcık olmuştu. Aylin"i böyle görünce dayanamadı yüreği kendi öz evladı imiş gibi paralandı yaşlı gözlerinin pınarı doldu ve dedi. “ ay belga daramîn” ağacımın yaprağı ben seni nasıl unuttum gel hele gel! (Tandırın başındaki sedir kütüğüne oturttu) “çav evinamîn” aşk gözlüm gel otur bakalım…

Bir yandan ekmeği pişirirken bir yandan da Aylin"e güzellemelerini diziyordu. Son yufkaları da tandıra yapıştırıp kalktı yerinden dolu ekmek leğenini alıp eve götürdü tandır evinden.

Döndüğünde gelinlerin misafirlere yapmış olduğu yemeğin kokusu da yayılmıştı etrafa. Artık tipide hırçınlığını bırakmış sesi soluğu kesilmişti.

Tıpkı dışarıda açan hava gibi Aylin öğretmende açılmıştı o vakte kadar…

Misafirlerin yemeklerini gelinler hazırlarken o da kızı kabul ettiği Aylin öğretmeni alıp odasına götürdü içli çörek, yoğurt ve pekmezi serdi beraberce karınlarını doyurdular. Yaşamın ve sevdanın bütün renklerini o gün o odada konuştular.

Kapanan yol açılıp misafirler yolcu edilecekti…

 

Evlerin olduğu yerden yola kısa bir mesafe vardı, eli kürek tutan herkes mahsur kalan misafirleri yolcu etmek için yol açmaya başladı. Dün gece yağan karın ve rüzgârın oluşturduğu sırtların üstünden kürdiler bir biri peşinden hep bir ağızdan söyleniyordu. Çok sürmeden aracın kaldığı yere gidildi. Minibüsün yolcuları uğurlandı ve geri dönüldü.

 

Dönüş yolunda doğaya karşı verilen mücadelenin mutluluğu gökyüzüne şarkılar ve kürdiler eşliğinde çıkmaya devam ediyordu.

 

Evde ise kapanan yolların, tipinin, yağan karın aksine anne ve kızların sevdasıyla iklim ilkbahar olmuştu çoktan…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.