Yere göğe sığdırılamayan Türk Hava Yolları ile İstanbul’dan Van’a uçacağız.
Yıl 2014 aylardan ağustosun sekizinci günü.
Hayırlı gün Cuma…
Dün, gün ortalarında sağanak bir yağmur aldı diye İstanbul’u bu gün uçuşumuz iptal edildi. Haber eden yok. Nezaketen de olsa biri çıkıp geçmiyor bir mazeret.
Hava alanı insan kalabalığı, valiz ağırlığı…
Belirsiz, telaşlı, hummalı bir bekleyiş…
Hayal kırıklıkları, hasretlerin büyümesi velhasıl hepsi bir arada bir devlet hava yolları etmiyor.
Ucu yanık hasretlerin kavuşmalara ereceği anda bir kez daha tutuşturuluyor ve ağlamaklı havalar düşüyor yüzlerin haritasına…
İptal edilen uçuşlara alternatif uçuşlar ise para kokuyor.
Kimin umurunda.
“Ya dereyi geçersin ya da s.…. binersin” edaları.
İnsanlar tek sıraya sokuluyor, uzadıkça uzuyor kuyruk. Ter, öfke, üzüntü, yorgunluk okunuyor insanların suratından…
Utanmazlarsa “sağdan say” diyecekler.
Ütülü elbiselerle, yarıçaplı resmi adamlar geçiyor. Güvenlik sağlayan polislerin belinde sahici tabancalar.
“Gıkı çıkanı vururum” der gibi.
Diyemiyorsunuz zaten bişi.
Az ötede yumruklaşıyor iki beyaz gömlekli erkek, kadınlar çığlık çığlığa bir akustik yankılanma düşüyor yolcu bekleme meydanına.
Haberciler koşuyor kavga edenleri çekmek için, herkesin eli havaya yükseliyor sonra, telefonlar ve dövüşenler horoz, köpekmiş gibi temaşa başlıyor.
Parlak yüzlü artistler araya giriyor, küfürlerin biri havaya yükseliyor diğeri yere değiyor.
Kadınlar, erkekler, çocuklar…
Birbirine çarpan bakışlar, çıplak bacaklılar, kara çarşaflılar, kara tenliler, beyazlar…
Ana dil senfonisi başlıyor, Kürtçe, Arapça, İngilizce, Siirtlice en çok ta Türkçe…
Zorba kurallar eşliğinde çareler düşünüyor insanlar. Terminal havasında valize kafayı vurup uyuyanlar, bir köşeye çekilmiş kara kara düşünenler, para harcamak için yaratılmış havalı hanımlar-beyler.
Dolaplarının vitrini boşalmış kantinler-kafeler…
Hala bir açıklama yok ama yetkililerden.
Haber kanallarında alt yazı geçmiş, “Tüm seferler iptal edildi Atatürk hava limanında”
Neden?
Cevap yok.
Binlerce insanın ailesi telaşlanıyor, telefonların zilleri durmuyor.
Yağmur yağmış, İstanbul’u sel vurmuş, evler sular altında kalmış, anayollar dereye dönüşmüş.
Megapol kentte hayat durmuş.
Yere göğe sığdıramadıkları devlet hava yollarının seferleri iptal olmuş.
Yağmurdan mı? Şimşekten mi? Hortumdan mı? Acep.
Yoksa IMF^ye tek kuruş borcu kalmayan devlet erkinden mi?
Zihniyetten mi?
Zihniyet tasarrufundan mı?
Bilinen bir gerçek var ama devlet kabadayılığı…
Diyemiyorsunuz zaten bişi…
Param yok, nerede kalacağım, ne yiyip-içeceğim?
“Oğlum-kızım bekler”
“Cenazeye yetişeceğim”
“Düğünümüz var”
“Karımın doğum günü yetişmem lazım”
Deseniz kaç yazar,
Devlet devlet olalı bu sessizliğimiz başlamadı mı?
Anlı şanlı işkencelerde kanlı geçmedi mi ömrümüz?
Ömrümüze bereket.
Bereket olsun ki başımızdaki belayı reisicumhur yapalım.
Hep birlikte tüm haksızlıkları sineye çekip üstüne bir bardak soğuk ve paralı su içelim…
Hiçbir devlet kurumunun havası bitmesin, cakası düşmesin.
Yedi düvelden duyulsun namı.