Valizi az ötedeki duvarın dibinde gelip onu alacak birini bekler gibi çarpıyordu göze. Gün sanki gölge düşürmüştü başka bir gezegenden üstüne. Tırnaklarını bulutların etine geçirmiş gri renk boğuyordu etrafı. Gidecekti, gök yağmur yağmadan evvel.
Deminden beri valizinden üç metre önde iki dizini kırmış ellerini bacaklarının arasından yerdeki kuma daldırıp avuçlarına aldıklarını kum saatinin boğazından bırakır gibi oyalanıyordu. İnce ince avuçlarından dökülen kumlar ufacık toz bulutlarıyla kaçışıyordu rüzgârda.
Bu oturma ve bu derin dalış birini bekler gibi değildi daha çok nereye gideceğini bilmeyen ve esasen gitmek istemeyen birinin hallerinin izini taşıyordu. Kaldırıp başını etrafına bakınırsa anlayacaktı ki beklediği gelmemek üzeredir. Ancak o kadar saat izlenmesine karşın bir tek falso vermedi oturduğu yerden.
Belki çok sonra çöktüğü yerden kalkışı dizlerine düşen uyuşmanın etkisiydi. Kalkar kalkmaz etrafına bakındı üstüne çöreklenen tozları silkeledi elleriyle, valizine doğru yürüdü ve kulpunu tuttuğu gibi kuzeye doğru ağır ağır ilerledi.
Gidiyordu
Ancak yüreğinde bir olta misinanın gücüyle çekiyordu onu geriye. Oltanın iğnesi yüreğini yırtıyordu sırtına doğru, bir sancı vardı yüreğinde çekse çıkarsa belki yaşayabilecekti. Boğazına gelip yumruk gibi oturan ağlama dalgası kördüğüm olmuş kalmıştı orda. Gözlerinin dibinde patlamak üzere olan volkanik bir yara ile yürüdü çaresiz.
Adeta Kuzey dağ yamaçlarına tutunan kar kalıntılarının temmuz sıcaklarındaki gibi sarılıyordu toprağa Hani ayakları sürte sürte yol alırken dahi kafasının içindeki talaşların, kırpıntıların etkisi ile değil yüreğindeki ağır yükten kaynaklı bir seyirden geçiyordu o an. Ve arkasından gelen sese yönünü döndü birden.
Bir çocuk tozu dumana katıp geliyordu bağıra bağıra
Küçücük ciğerlerinin hava alışlarının aralarına konuşmasını da ekledi. Daralezda gelmeyecek
Daralezda, yönünü dağlara verip güneşe giden yoldan o ise çürümüş asfalttan, koltuklarının altına düşen keskin kokulu terli vücuduyla eski tekerli bir araçta düşlerine bir ton dinamit yükleyerek girdi
Hayat bu değimliydi zaten; hep ayrılıklar ve öncesi. Sonrasında uzadıkça uzayan saç sakal ömür ve boş vermişlik.
Oysa İsa"dan önce ve sonra ve ilk insandan bu yana devam eden sürgitin artık yeniden tasarlanması lazımdı. Yeni bir soluk verilmeliydi. Gidenler sürekli umuda ve geleceğe doğru gitmeliydi.
Üzgünlüğün bir kuralı olmalıydı ancak üzülmek için bahaneler bulunmamalıydı.
Yollar yılandilinin çatalı gibi ikiye ayrılmıştı en nihayetinde onlar için. Ayrılık umutlarının ve düşünlerinin acı bir tat vereceğini çizse de bütün ayrılıklar gibi olmayacağını da veriyordu ele. Çünkü garip bir ayrılıktı bu garip olduğu kadar çetin.
Omuzlarında ter yükü yüreğinde çuvallar dolusu anıyla elindeki bavulu unutuverdi bir otobüs yazıhanesinde
Çünkü gerisine dönüp bakmaya o kadar korkuyordu ki
Korkudan, Şiir derdi yaşamının oncasına
sevdayı bildi
zagirios.
ve büyüdü doğduğu yolun patikasında.
mavi,
dilinin üstünden dolaştı damağında yek ahenk
tadı rüzgarda sıralanan yelesiydi ateşten bir atın
ateş dağlarda sevda
denizde sonsuz bereket
gül yüze döşenmiş buğdaydan ekmek
biz ekmeği de sevdik
aşkı sevdiğimiz kadar
onun için deniz uzak değil bize
denizde dağları yıkadık
çünkü...
Korkmak, adını bile duyarken korkmak, yaşadıklarından hızla uzaklaşmayı sıcak ediyordu. O da tam bunu yapıyordu aslında, elinde, avucunda, zulasında neyi var neyi yok hepsini bir kenara bırakacaktı.
Böylesi zindan düşünlerin arasında soluklandığı kentin akarsularına hiç kavuşamadı çünkü dağları da yoktu o kentin. Eğer akarsuları olsa her defasında gözyaşlarını bırakacaktı ve dağlar olsa sabrını gömecekti, ama yoktu!
Hasret yüreğini her gün kanatırken o kanamış hayalleriyle de buluşmuştu çoktan.
Bir gün iş dönüşü
Elinde bir somun ekmek, bir dilim peynir ve bir gazeteyle serpildi şehrin sokağına Kimi kimsesi yok bir ölüm onu en çaresiz yerinden vurmuştu
Ağzından akan kan tıpkı bir ağacı andırıyormuş görenlerin tanıklığı bunu dedi hep
Yani Daralezda der gibi akmıştı ağzının kıyısından.