Nurgül Yeşilçay'ın Sultan karakteri ile başrolünü oynadığı "Sultan" mantığı ve perspektifi ile madem dizi izlenecekse, tercih edilebilecekler kategorisine dâhil edilmeyi hak edenlerden.
Bir gün bir televizyon dizisi üzerine iyi sözler dillendirilen bir yazı yazmam gerekseydi bunun Diyarbakır'da çekilen bir dizi üzerine olmasını yıllar önce düşünmüştüm. Önce Antep kültürünü birçok yönüyle dile getiren ve çekilen iki dizi, sonra da Mardin dizilerini kısmen izledikten sonra, o dizilerin olumsuzlukları üzerine bu düşüncem yerleşik hale gelmişti.
Hazırlık çalışmalarının yaklaşık dört yıl evvelinden olduğunu bildiğim ve Diyarbakır'a ilk senaryo-yapım ekibinin gelişine ve benimle buluşmalarına oyuncu Cenk İzgören'in referans olduğu anılan tarihin üzerinden epey zaman geçti. Bugünlere geldik. Ve "Ayrılık Olmasaydı-Ben u Sen" olarak tasarlanan dizi nihayet "Sultan" ismiyle bir aydır Kanal D televizyonunda her pazartesi vizyonda.
Aslında dizinin iki karakteri Sultan ve Şeyhmus da ince bir ayrıntı var. Adına "Sultan Şeyhmus" denilen eren-evliya Diyarbakır'la Mardin arasında anayol üzerindeki bir türbenin adı. Yüzyıllar evvel yaşamış inançlı ve samimi bir derviş. Halkın umudunu bağladığı bir önemli şahsiyet. Henüz doğmamış çocuklarına ad bağışlatarak adak adadığı; kız olursa Sultan, erkek olursa Şeyhmus olarak isim bellediği ve gelenek uyguladığı önemli bir inanç mekânı.* İşte dizinin iki karakterine Sultan'a ve Şeyhmus'a ad böyle bir şey.
Doğrusu Diyarbakır'ın dünyaya bugün bütün diğer özellikleri; mesela surları, camileri, kiliseleri, evleri, özetle tarihi ve kültürel mirası ile anlatabilecek büyük değerlerinin olduğu biliniyor. Ama aynı zamanda her daim politik iklimiyle hayatın çok sert bir zemin üzerinde yaşandığı ve elbette politik söylemlerin doğal olarak ciddi politik beklenti ve talepkârlıklara dönüştüğü ve kendi hinterlandını yaratan alternatif muhalif bir metropol kadim şehir olduğu da biliniyor Diyarbakır'ın.
Böylesine kadim mekânların ev sahibi olmuş bir şehirde, kimi kaygılar ve dönemsel "hassasiyetler" nedeniyle politikaya adeta teğet geçerek naif bir dizi yapmak / dizi çekmek sonra da böyle bir diziyi izleyiciyle buluşturmak amiyane tabiriyle "deveye hendek atlatmak" kabilinden hayli zor bir "iş" olsa gerek.
İşte önce adaklarla dünyaya gelmiş Şeyhmus karakterinin cezaevinden çıktıktan sonra politik kaygılarla Fransa'ya kaçışı, onbeş yıl sonra tekrar memleketi Diyarbakır'a dönüşü üzerine kurulan dizi, yeni vizyonuyla; daha çok Şeyhmus'un eski eşi Sultan karakteri üzerinden kadını öne çıkarıp kadının hayata tutunması ve kendini var etmesi üzerine bina edilmiş bir dizi.
İki kahvaltıcı ailenin, Azizle Zülküf'ün ve bu iki ailenin fertleri ve ilişkide bulundukları çevreleri üzerinden mekânsal boyut genişçe kullanılarak tümüyle Diyarbakır'da çekilmesi üzerine kurgulanan bir dizi Sultan.
Nurgül Yeşilçay'ın Sultan karakteri ile başrolünü oynadığı dizide yaygın görsellikten aşina olduğumuz bilinen sanatçıların; mesela Nur Sürer, Settar Tanrıöğen, Şahin Irmak, Seray Gözler, Orhan Güner, Merve Altınkaya, Hande Dane gibi oyuncuların yanında Diyarbakır'dan yerel oyuncular da dizinin sanat ekibi arasında yerini almış.
Entelektüel kamuoyunda yaygın kanı, dizi izlemeye zaman ayırmanın "zaman kaybı" olarak kabul görmesine rağmen, Türkiye'de sektörel olarak televizyon dünyasında dizi meselesinin çok geniş bir kesim için "geçim kapısı" olduğu artık aşikâr. En azından bunun yaygın izlerinin İstanbul eksenli tiyatro sanatçılarının hükümetin tiyatro sanatçılarına yönelik "radikal kararı"na sokaklara dökülerek gösterdikleri tepkilerinden biliyoruz. Bu sektörel dizi aşikârlığının yanında, yaygın ve televizyon başında zaman geçirme eğlencesi dışında başkaca bir "sosyal hayatı" olmadığını bildiğimiz geniş izleyici kitlesi için de tv dizileri önemli. Bu önemden hareketle, mademki bir ilgi meselesi var o halde hiç değilse diziler arasında seçim konusunda bir ayrım yapmanın önemi de ortada.
Bu noktadan baktığımızda Sultan, mantığı ve perspektifi ile madem dizi izlenecekse, tercih edilebilecekler kategorisine dâhil edilmeyi hak edenlerden. Bunu başında söylemeliyim.
Plato, binlerce yıldan bu yana kendini sürdürerek bugünlere taşımış çok eski tarihlere kadar geçmişi olan bir şehir Diyarbakır olunca, acaba dizi böylesine bir görselliğe nasıl bakacak sorusu ilk soru olarak ortaya düşüyor. Doğrusu ilk üç bölümün izlediğimden Sultan Dizisinin bu eşiği geçtiğini dile getirmeliyim. Geçmişi beş bin yıl evveline dayanan Diyarbakır Surları, eski ve kadim inanç mekânları, hayatı olanca titizliğiyle hissettiren bazalt taş evleri, sokakları, Ongözlü köprüsü, Dicle Nehri ve Hewsel Bahçeleri ile görselliği mekânsal boyut içinde kullanma derinliği başarılmış.
Hikâyesinin İstanbul Metropoliteni dışında, mesela Anadolu ya da Mezopotamya coğrafyası içinde geçtiği, Diyarbakır gibi şehirlerde ister istemez bir diğer beklenti de dil-diyalekt üzerinden sorgulamaya evriliyor. Sultan'da dil üzerinden bir okuma yapmak haksızlığına düşmemek için henüz erken ise de bir takım ipuçları da yok değil. Malum bu tür dizilerde oyuncunun da şehrin ruhuna nüfuz ederek kendini şehre ve insanına katma, öğrenme ve öğrendiklerini yansıtma meselesi var.
Bu baptan hareketle dizi oyuncularının, (yerel oyuncuları ayrı tutmak kaydıyla) dil konusunda biraz daha yol almaları gerektiğini vurgulamak gerek. Sultan (Nurgül Yeşilçay) şive konuşma gayretiyle çenesini kapalı tutma sıkıntısından kurtulmalı. Ayşe (Nur Sürer) şive konuşabilmek için tempoyu ağırlaştırmaktan kurtulmalı. Aziz (Settar Tanrıöğen) fark edilir Antep ağzından kendisini arındırmalı. Mesela Diyarbakırlı Kürtçe konuşuyorsa "Şêxmûs" der ("x" harfi Latin alfabesindeki gibi "iks" değil, Kürtçede gırtlaktan k ile h harfinin birlikteliği gibi telaffuz edilir), Türkçe konuşuyorsa "Şehmus" der. Ama hiçbir zaman Antepliler gibi "Şıhmuz" demez. Dil-Diyalekt-Şive-Ağız her ne denecekse, dizide Zülküf karakterindeki Orhan Güner'le, Dicle karakterindeki Hande Dane sınıfı geçenlerden. Sanırım bu konuda Diyarbakır Türkçesi üzerine pratik yapmaya biraz daha ihtiyaç ve gayret gerekiyor.
Şehrin politik kimliğinin hayli üst düzeyde olduğu gerçekliğinden hareketle, daha çok esnaf ve vatandaş diyalogları üzerinden yürüyen sahnelerde esnafın "klasik tezgâhçılığından" çok esnafın şehrin politik kimliğiyle örtüşen politikliği bir şekilde ince ayarlarla hissettirilmeli. Bunu uzun tiratlar, bıktıran tartışmalar gibi değil de sürpriz çıkışlarla yapmak daha etkili olur kanısındayım. Mesela üçüncü bölümdeki "Ya hu biz bu yumurtaları birilerine atmayacağız ha! Yumurta atmanın suç olduğunu zati biliyoruz. Yumurtayı pişirip birilerine yedireceğiz" gibi.
Atasözleri ve deyimler kullanmayı ayarında tutmak çok önemli. Dizide çok etkili ve yerinde kullanılan deyim ve atasözleri olmakla birlikte, çapak olarak kalanlar da var.
Bir başka konu da şu ki; Sultan Dizisi bir Kürt şehrinde çekiliyor. Dizinin kimi sahnelerinde kısa Kürtçe diyaloglar, Kürtçe müzik parçaları tadında, kıvamında izleyiciye sunulmalı.
Elbette Sultan henüz çok yeni bir dizi. Ama derdi olan, iddiası olan bir dizi. Bir İstanbul Masalı, Düğün Şarkıcısı, Beyaz Gelincik gibi dizilerden tanıdığımız Cengiz Keten önceki çalışmalarında başarılı "iş"lerin altına imzasını atmış bir yapımcı. Yönetmen Azime Kanal ve senarist Yıldız Bilgin Bayazıt çok zor ve beğeni düzeyi konusunda çıtası hayli yüksek entelektüel ve politik bir dünya şehri üzerinden bir işe soyunmuşlar. Adı Diyarbakır olunca çok merak edilen yönleri olan ve olacak olan bir dizi Sultan. Şimdiden reyting ölçümlerini zorluyor. Bekliyorum ki, ses getirecek her pazartesi akşam haberlerinden sonra Sultan Dizisi.
*Şeyhmus Diken. Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır. İletişim Yayınları. 7. Baskı. 2011. İstanbul.