ŞIVAN KİMDİR?
Geçen yıl değerli kardeşim İrfan Sarı bir yazısında ‘Nahırci’ kelimesini kullanmıştı. Hakkâri yerlilerinden bir genç çok merak etmiş olacak ki “Nahırci nedir” diye sormuştu… Uzaklaştık galiba geçmişimizden, köyden, hayvandan, tarladan, bostandan, tabi ki örf, adet, gelenek ve göreneklerden. Ama şehirlide olamadık, bir ayağımız içeride diğeri de dışarıda, yani ne içerideyiz ne de dışarıda…
Naxir, Naxirçi, Garan, Gavan, Baqûr, Golıkvan, Şıvan, Berhvan, Bır ve Keri kelimeleri Kürtler arasında, yavaş yavaş unutulmaya yüz tutmuş kavramlardır. Yüzyıllarca bölgede ki hayvancılıkta Kürtler söz sahibi idi. Hayvancılık iyi bir geçim kaynağı olurda o hayvanları yetiştiren, semirten, güden, yönlendiren insanların değeri olmaz mı? Yani ŞİVANların, Gavanların ve Naxirçilerin.
Naxır Serhat boylarında, Baqur ise Güneydoğuda Büyükbaş hayvan topluluğuna söylenir. Naxırcî de onları güden insana söylenir. Garan sadece öküzlerden oluşan sürüye ve onları güden insana da Gavan denilir, golıkvan danaları, berxvan kuzuları güdene denilirdi. Keri ve bır ise büyüklüğüne göre koyun sürüsüne denilir. Bunların içinde Nahırci ve gavanın hakkı da yenilmez ama bölgemizin çok eski peygamberlerden de öncesine dayanan hatta doğada tek başına kaldığı ve tefekküre müsait bir meslek olduğu için de Peygamber mesleği bile denilen çobanlığın (ŞIVAN) dününü yazmağa çalışacağım.
İnsanoğlunun yerleşik hayata geçişini ve Ortadoğu’nun kabile sistemleri incelelendiğinde üç temel dönem görülmektedir. Birincisi tarım ve çobanlığın geliştiği dönem, ikincisi kurumlaşma ve aşiret düzenine geçişin olduğu dönem ve üçüncü dönem olarak da uygarlığın şekillenmesinden günümüze olan dönemdir.
Kürtler bal arısını ve koyunu mübarek, mukaddes sayar ve çok severler. (Hemen birileri çıkıp, ‘Bakın bakın Kürlerin ateşperest oldukları yetmiyor, bir de koyuna tapmaları varmış...’ denmesin.) Hele hele koyuna dayanamazlar, hasta koyununa veya yaralı koçuna ağlayan nice insanlar gördüm. Mübarek sayıldığı içinde, kayıp koyunu, kuzusunun kuzusu ile hatta süt hakkı ve helâlık ile asıl sahibine iade edenine de Şemdinli’de rastladım. Koyun ve çoban deyip geçmeyin. Bugün 500 koyunluk bir sürünün kaç lira ettiğini biliyor musunuz? Ben söyleyeyim en az 250 bin (250 milyar)… Hakkâri’nin hiçbir köyünde yedi sekiz binden aşağı koyun yoktu 20 bin koyun beslemeye müsait köylerin sayısı çoktu. Hakkâri-Van karayolu üzerindeki Güzeldere’de bir köyde birkaç yıl öncesine kadar otuz, otuz beş bin koyunun beslendiğini biliyorum. Zaten 1970–1980 ve öncesi il yıllıklarına bakılırsa Türkiye’de en çok küçükbaş hayvanın beslendiği illerdendir Hakkâri ve Van illeri.
Bölge et deposu olur da, eti üretenin yani ‘ŞIVAN’ın değeri olmaz mı? Hani okurlardan bazıları ‘ne var bunda, sabah al koyunları çimenlerde otlat, akşamda getir, kat içeri.’Hayır öyle değil ve hiç görüldüğü gibi kolay bir iş değil çobanlık. Her şeyden önce çobanlık için mangal gibi bir yürek gerekir, gözü peklik ve cesaret isteyen bir meslek. Öyle ya altı yedi ay platodan platoya, otlaktan otlağa gece gündüz sorumlu olduğun hayvanları ve kendini AYI, KURT, SIRTLAN ve ÇAKAL gibi yırtıcılardan koruyacaksın. Talancısı var hırsızı var, bu işin. Yağmuru, karı var. Çoban dediğin meteoroloji memuru gibi hava durumunu bilmeli, bir veteriner Hekim kadar hayvan hastalıklarını, bir ortopedist kadar kırıktan çıkıktan anlamalı.
Zap’ın doğu yakasında iken batı yakasındaki bir çobanın çok cılız sessini anlayıp ona cevap için hassas kulaklara sahip olmalı, dağın yamacında iken, vadinin kuytusundan gelenleri de kimler olduğunu (Merivin an Romîne) anlayabilecek kadar keskin gözlere sahip olmalı. Yoksa hem kendi hem de köylünün sermayesini kediye yükleyen çoban diye adı çıkar ve bir daha hiçbir yerde iş bulamazdı. Çoban dediğin kurt bir kuzunun bir buduna yapıştığında, oda bir eli ile kuzunun buduna yapışmalı ve diğer elindeki bastonu ile kurt’u döve, döve kuzuyu pençesinden kurtarmalıydı. O Hangi yamaçtaki otun SÜT hangisinin ET olacağını iyi bilmelidir. Hatta çoğu köyde çoban olabilmek için kaval ustası olunmalıydı.
Yine çoban bulunduğu köyün çayır ve meralarını iyi bilmeli çoğu zaman aşiretler arasında çıkan büyük kavgalara sebep olan şey çobanın yanlış yer otlatması olmuştur. Daha sı köylüler koyunları belli etmek için koyunların kulaklarında farklı işaretler oluştururlar ve işaretleri çoban çok iyi bilmeli ve ber yerinde ona göre koyunları tutmalı. Sonbaharları köylüler kuzularının o yumuşak yünlerinden (keçe den) çobana özel olan elbisesini ( kepenek) yapardı. Hatta çoğu genç kız evleneceği ve yazın çobanlık yapan erkek için Xwêdang (hayvan tuzluğu) örerdi.
Toplumsal yapıyı var eden bu meslek bu kadar dar bir kapsamda değildir. Kürtlerin yaşamının büyük bir parçasıdır ve hakeza biz buna bugün Kürt sözlü edebiyatında fazlasıyla şahit oluyoruz. Kürtlerin yaşadığı bu coğrafyada fabrikalar yok tu. Otlak ve meralar vardı bu meralarda karın ve otun her daim olması her daim buralarda hayvanların beslenebileceği ve fabrikalar gibi gençlere iş imkânlarının oluşmasıydı.
Evlilik çağına gelen köylü bir Kürt genci utancından annesine, babasına
‘Beni evlendirin’ diyemiyordu, ailesinin maddi durumu iyi bile olsaydı, hem rüştünü ispatlamak, hem cesaretini göstermek, hem de utancından söyleyemediği evlilik isteğini ima etmek için, tenha bir yerde annesine;
“-Anne köyün içinde aylak, aylak gezmek istemiyorum, babama söyle ben gidip çobanlık yapmak istiyorum.”
Demesi, hem anneyi hem babayı çok sevindiriyordu. Bir yaz döneminde gençlerin, deneyimli bir yaşlı çobanla birlikte çalışmasının bedeli 30–35 koyun getirisi demekti. (Kürtler ve Kürt çobanlar hala çobanlık ücreti olarak para yerine koyun sayısı ile anlaşıyorlar.) Bir gencin ilk yılda getireceği koyunlar evleneceği kızın başlığına yetiyor ve artıyordu da. (Hala Kürtlerin yaşadığı serhat boylarında gelinlere biçilen başlık bedelleri belli sayıdaki koyun veya o sayıya karşılık gelen paradır.) İkici yıl getirdiği koyunlar geçimi için yeterliydi ve üçüncü yılın sonunda o artık yeteri kadar hayvana sahiptir ve birlikte yaşadığı ailesinden ayrılarak eşi ile ayrı bir evde hayatını devam ettirebilir duruma gelebiliyordu.
Bu bereketli köyler boşaltılmadan, yaylalar insansızlaştırılmadan önce, şahit olduğum benzer olaylardan biri ile de son olayların travmalarını okurlara bırakacağım. Köyden şehre zoraki sürüm arifesinde, resmi makamlarla arası iyi olan birkaç şehirli uyanık köylülerin binlerce koyununu satın alıp, nakit para yerine ellerine birkaç tane karşılıksız banka çeki vermiş ve bu koyunların parasını da Beyoğlu’nda dansözlerle yemişlerdi. Koyunların sahipleri olan dostlarım Ferxi’nin, Sait’in, Cevahir ve Xunav’ın canhıraş naraları hala kulaklarımdadır.
Kürtçenin aslında bir dil olmadığını, Osmanlıca ve Farsçadan türeme bir dil olduğunu iddia edenlere soruyorum,‘karık. gîsk, tiştûr, kûr, hevûrî, bizin, seyîs, nêrî, berx, kavir, berindir, behîndit, şek, mih, hogiç, maz , beran Hemdani, xılk, rıser, beş, qemerkel’ kelimelerini Kürtler çok sevdikleri, severek etini yedikleri hayvanları için kullanıyorlar. Acaba bu kelimelerin Türkçe karşılığını yazabilen olur mu veya bu kelimelerin Osmanlıcada, Farsçada veya Arapçadaki anlamlarıyla uyuşuyor mu?
Bugün bilen veya biliyorum iddiasında olan bazı kardeşlerimizin Mir, Kawa, Zerdeşt, Botan, Kasımlo, Barzan, Dilbirîn, Cigerxwîn ve Siyabent gibi hatta Bişarê Çeto gibi değerlerimizi ikinci isim yani kod isim olarak kullandığını görüyoruz. Gavan ismini kullanan birine de Yüksekova Haber satırlarında rastladım. Ama o yüce meslek olan şıvanlığı, o büyük ismi Şiar edinip yıllar önce hem de daha hayatının baharında iken kullanan büyük ismi ŞIVAN’lığı kendisinse yakıştıran Şıvan Perwer’e yakıştı da, daha da büyüttü onu halkının gözünde, gönlünde. Halk da benimsedi onu ve koyunluğunu, onun ŞIVANLIĞINDA…
Toplumları var eden bu ilk ve yok olmaya başlayan mesleğin bu gün yaşadığımız kentlerin (Hakkari ve Van gibi) park ve caddelerine heykellerinin yapılması umuduyla…
1— Tanıdığım ve çok sevdiğim üç çoban...
(1) Fotoğraftaki ünlü çobanlardan Zêwkîlî Ahmet amca ömrünün çoğunu Nebırnav yaylasından Sılopi-Zaxo daki ‘Deşta Dubanê’ye kadar her zomayı her yaylayı avucu gibi biliyordu. Ömrünün son birkaç yılını Van Belediyesinde bekçilikle geçirdi ama rüyalarında hep yaylalarda koyunları ile birlikte olduğunu dişleri döküldüğünden de kaval çalamadığı için çok üzüldüğünü söylerdi bana. Ona aldığım flütü çalması bile mutlu ediyordu onu ara sıra.
(2) H.M.Reşit Karga’nın da ömrü Berçelan ve Daholan’da çobanlıkla geçmiş. Bir veterinerden daha fazla koyundan anlıyordu. Berçela’nın zifiri bir gecesinde kepenesine sarılı iken bir ayı onu sırtlayıp götürmeğe çalışırken, ayıya vurduğu bastonla ayı onu dereye fırlatmış iki kaburgası kırılmış sol kolu sakat kalmıştı. Onunla arkadaşı İhtiyatın çobanlık maceralarını çok dinlemiştim. En büyük zevkleri buldukları zehirli yılanları öldürmeden ağızlarından bir çubuk sokup kalıplayarak orada canlı canlı karıncalara yem olarak bırakmakmış. Bihassa kışın pencereden dalarak dağları izlediğinde yüksek sesle “Öhhe Öhhe” veya “Hıırrr ttıhhe”dedini duyardım ve ona, “-Amca koyunları suyamı indiriyordun?” O da gülerek, “-Hee wallahi hayvanları çevirmeğe çalışıyordum Daholanda.” diyordu. Gülüşüyorduk.
(3) Mamê Suto da Zap vadisinden Baz’a ve Alatus’a kadar her dereyi her vadiyi avucu gibi bilirdi sesi çok gür ve güzel bir çobandı. “-Mam min qîrîyek daba Gûr û Hirç nedim ali der dora.” (Bir bağırtıma kurt ve ayı kalmazdı çevremde) diyordu.
Kaval çobanın en yakın arkadaşı, dostu ve yardımcısı idi. Kavalsız çoban düşünülmezdi. Şemdinli Salaran köyündeki bu yeni çoban stajlık günlerini Uludereli tecrübeli bir çobanla geçiriyordu.
Çoban mevsiminde ve gününde hayvanlarına yararlı olan meraları bilendi.
Sat Dağlarında bilerce koyunu semirtirdi bu serin yaylalarda.
Kırpımdan önce yünün temizliği için göl ve derelerde yüzdürürdü koyunları,çobanlar.
Hakkari ve Van dolaylarında yüzyıllardır hayvanlar doğal ortamlarda beslenir.
Biçok yaşlı çobana sormuştum “-Keçenizin (Kepene) uçları niçin sivridir?”diye. Cevapları şu olmuştu: “Heybetli görüntü hem insanları hem hayvanları ürkütüyor. Yırtıcılar saldırdıklarında karşıdakini korkutmak için kürklerini kabartıyorlar. Bizim kepenemiz de öyledir. Ayıları, kurtları ve çakalları, kepenemizin sivri uçları korkutup caydırıyor onları.”
En çok küçük baş hayvanların diyarı Hakkari ve Van’ın bir kavşağına veya bir parkına Kepenesi içinde elinde kavalı yanında da kocaman boynuzları ile bir Teke nede yakışır, hem de belirli günlerde fonunda çoban kavalı müziği ile.
Çoban yürekliydi, çoban cesurdu dedik. Ama çoban çok ta forsluydu. Çünkü iş hem de geçerli bir iş sahibiydi. Ağadan da muhtardan da daha forsluydu. Tütünün en iyisi, yemeğin lezetlisi, çayın en kaçağı ona giderdi. Bir öğün yemeğini geç götüren ağanın oğluna tokadı basar ve kimsenin de gıkı çıkmazdı.