Şırrr-nak

İrfan Sarı

Depin’de buluşup çıkacağımız Şırnak yolculuğuna geç kalınca ben, bir espri patlıyor “Şemdinli, Yüksekova’dan daha yakın Hakkari’ye” Şemdinli’den gelen arkadaştan sonra verilen saatten sonra vardım diye.

Hepimiz grantuvalet giyinmişiz, seyahat aracımızda gıcır gıcır bir maviş renk. Yola koyuluyoruz.

Yol üstündeki Çem Dinlenme Tesisleri’nde yemek yerken bir ağabeyimize rastlıyoruz. Bu karşılaşma yediğimiz kavurmadan daha lezzetliydi. Dikkatimizi yol kıyısına istiflenen kırmızı toprak çekti, soruyoruz: maden olduğunu anladık.

Alabildiğine sessiz bir gün, yol kıyılarında pehlivan gibi duran yalçın kaylara güneş oturmuş. Şine dağına vardığımızda, zapın akışı durgunlaşıyor, suyun yansımaları renk saçarak aracımızın camlarına çarpıyor. Olağanüstü olağan halin yüzünü vardığımız ikinci karakolda görüyoruz. Aracımız askerin işaretiyle durduruluyor, kimliklerimizle kayıta alınıyor. Asker soruyor.

-Yolculuk nereden nereye?
-Halep’ten Şam’a diyoruz.

Kızgın bir ifadeyle gülümsüyor. Bu yol Hakkari’den gelir ve Şırnak’a gider başka izahı olmaz.

Evraklarımız işlem gördükten sonra yola devam ediyoruz.

Kimliklerimizi aracın ruhsatı arasına koyuyoruz çünkü bundan sonra sıkça bu işlemle karşılaşacağımızı bilen bir arkadaşımız belirtiyor.

Bir diğer karakola vardığımızda, yine askerin biri durduruyor. Evrakları aldıktan sonra, aynı soru geliyor

-Defile var Şırnak’a gidiyoruz
-Hangi mankenler gelmiş
-Tanıyormusun?
-Dayı hepsini tanıyordum ama şu askerlik hepsini unutturdu. Şeker soyisimli biri vardı çikolata gibi bir kadındı.
-Haberin var mı, o soy ismini ŞİKEL diye değiştirdi.
-Neden?
-Şeker yasağı varya ondan!

gülüyor. “Ne olursa olsun o güzel bir parçaydı” diyor.

On-on beş dakika sonra yeni bir karakolda aynı soru ve aynı işlem devem ediyor, diğerlerinde de. Birinde de şıksınız ne iş yaparsınız diyor. Patlatıyorum: “Hayvancılık.”

-Dayı bu şıklıkla havancılık olmaz dalga geçme Allah aşkına
-Ne iş yapıyor olabiliriz?
-Siyasetçi

Sık sık karşılaştığımız koyun sürüleri, katırlar ve eşekler bu dağlarda kadim hal olan kaçağın hala sürdüğü andırıyor. Şırnak’a yaklaşınca kömür ocaklarından çıkarılmış kömür kümeleri fazlalaşıyor.

Birden Yüksekova’nın kara bahtlı yoksul insanları düşüyor aklıma, kömür alamadıkları için, elektrikle çalışan rezistanslı sobaların ısısı kaplıyor tek gözlü evlerini.

Offff offfff. Güneş batımının fotoğraflarını çektikten sonra karanlıkla birlikte Süleyman ağabeyin ofisine varıyoruz. Sehpaya konulan bisküvilere kaçak çayla destek veriyorlar. Sohbet koyulaştıkça içerisi dumana bulanıyor. Bir kanun takılıyor aklımıza, kanun kitapçığına bakmak üzere yan taraftaki servise gidiyor ve kitapçığı istiyorum çalışanımızdan.

Bembeyaz suratından saçlarını türbanıyla mahrum eden bu güzel kızımız, yasakların ve yoksullukların yurdunda bir diğer yasağı bedeninde simgeleştirmekten alıkoymamıştı. Kim bilir simsiyah saçlarını kara kömüre inat örtmüştür.

Birkaç saatlik sohbetimizi yemekte devam ettiriyoruz.

Şalşepik giyimli Şırnaklıların sokaktan hala eve gitmediği bir dem geri dönüyoruz.

Gece karanlığı yıldızların ve karakol projektörlerinin ışıklarıyla aydınlanıyor. Az ötede çoban ateşinin ışıltısı bize kadar geliyor. Bekli de o ateşin üstünde alüminyum çaydanlıkta pişen çaya misafir olsak, bu dağları kimsesizlikler terk eder gider diye geçiriyorum içimden.

İrfan sari.21.12.2005 - Ankara

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (13)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.