Bir çocuğu kum torbasıymış gibi sürümek, hem de bütün gücüyle!
Tek bir isimle tanımlanabilir bu:
VİCDANSIZLIK!!!
Onu annesinin bağırışları, ağzı gözü kanıyorken ve sarılmışken annesi son çareyle sürümenin ismi yoktur.
Duygu yoksunu olmak bile yetmiyor ki robotlar bile bunu yapmaz.
Ergin bir yaşta Türkçe öğrenen biri bunu yapanı tanımlarsa muhtemelen “odun” ya da “kütük” diye tanımlar.
Ama bakıyoruz kuşadasında aynı günlere denk gelen bir zamanda yine bir polis ayaklardan isabet ettiremediği çocuğu yerden başını kaldırıp başına sıkıyor. Hem de şehrin göbeğinde, hem de etraftakilerin bütün yalvarmalarına karşın sıkıyor kurşunu ve ağır yaralıyor.
O, polise taş atmamıştı. Yüzünü gözünü saklamamıştı. Eylem hazırlığında değildi. Elinde taş izi yoktu. Cebinde bıçak yoktu.
Hem bütün bunlar onda vasıflı bile olsa bunun cezası bu değildi. Hem cezasını polis veremez. Polisin görevi onu yasaların önüne götürmektir.
Bir insanı bu kadar hiddetlendiren, öfkelendiren ne olabilir ki?
Peki bunun tanımı nedir?
GULYABANİ Mİ?
Ruhundan bedenine kadar kurumuş vahşi hayalet!
Peki bunu anlamak için kafayı kim yorar, muhtemelen psikologlar. Bilimsel tanımını onlar bırakır.
Nasıl bir şeydir, nedir, ne değildir bir kenara. Giderek korkutmaya başladı bu tırmanış. Sokağın içinde korku olup dolaşmaya, mahallerin arasında gezinmeye başlayan bir korku haline gelmeye başladı.
Hıdır Oğuz namaz kılmak için camiye gidiyordu. Onun kafasını yaracak mosmor edecek kadar suçlumuydu acaba. Hastanelik olacak kadar hangi suçu işledi. Hem suç işledi diyelim. Polisin görevi onu yargının önüne götürmek değil mi? O gaz bombasını sıkan bir mekanizma ve o mekanizmanın bir tetikleyicisi var. O tetiğe basmak bu kadar kolay mıdır acaba?
Peki Rıdvan Erhan?
“Ben ekmek almaya gidiyordum olayların içinde kaldım.” Tamam! bu masum bir yalan olsun. Bir çocuğun gözüne isabet edecek kadar eğimli sıkılan gaz bombası tesadüfen mi çarptı diyeceksiniz. Yoksa “savaşta kurşun adres tanımaz” mı diyeceksiniz?
Her ne derseniz deyin.
Bir çocuğu elindeki taştan dolayı vuracak kadar bir yetki ile donatımlı kimse olmamalıdır. Yetki ile donatılmış bile olsa. Bir çocuğa bunu yapmak için durup durup düşünmek lazım. Düşünmek!
O yetkiyi verene dönüp sormak gerek. Neden vurmak? Yaralamak? Ölümüne sebep olmak?
Ben bunu yapmamam demek lazım!
Ama tam da ben bunları yazarken Erzurum’dan bir polis vakası daha geldi. Sivil polis kendisine hakaret etti diye arabasından aldığı beysbol sopasıyla vatandaşın arabasını hurdahaş etmeye başlamış. Öfkesine o kadar kaptırmış ki kendini kameralara şuya-buya hiç bakmıyor. Kanun oymuş gibi. Basıyor sopayı. Belinde silah, kelepçe, jop yetmiyormuş gibi bir de her ihtimale karşı beyzbol sopası.
Anlaşılıyor ki; yapmam demek yerine yaparım deniyor. Yetkisini fazlasıyla kullanmayı seviyor.
Oysa insanları sevmeyi denese her şey daha da güzelleşecek.
Neyse!
Kanunlar karşısında incelen boyun artık kopuyor.
Umarım kanunlar ve yetkiler gözden geçirilir. Yoksa kanun koyucuya da bu şiddetin dönmeyeceğini kimse taahhüt edemez.
Ne demişler?
“Susma sustukça sıra sana gelecek”