Kendimi yapayalnız hissettiğim bazı anlar oluyor, bir adım sonrası bataklık gibi gelen anlar.
Aklıma ilk sen geliyorsun, burada olsaydı da sarılsaydım her şey geçerdi diyorum.
Acaba gerçekten geçer mi? sen burada olsan biter mi hissettiğim bu acılar??
Bilemeyiz ki çünkü hiç olmadın ki.
Kitapta kaldığım yere ayraç koyar gibi kapasam ve uyusam yarına bir umut uyansam diyorum sonra…
Başlıyorum gün açınca kaldığım yerden. Yoksun.
Hiç olmadın ki.
Aslında Tanrı gibi, varsın.
Ama hiç olmadın ki.
Dün geceki yalnızlığım, dün gece yalnız bıraktığım acılarım, dün gece gökyüzüne asılı duran ay gibi…
Yeni açan günde yoksun.
Sonrası yok, var olduğun kadar yoksun.
İnsan görmek istiyor. Gülmek istiyor görünce, doyuncaya kadar dinlemek, bayılıncaya kadar koklamak istiyor. Çünkü acı ve yalnızlık yalnız başına def olup gitmiyor.
Ama seni düşününce bir mucize oluyor. Yani yokluğunu, varsın diye yarattığım zamanlarda o mucize serinletiyor acılarımı.
O anlar, kimseye diyemediğim o anlarda yalnızlığımın etrafına yağmur damlaları gibi düşen bir seslilik oluyorsun.
O arzuladığım coğrafya oluyor her yer.
Oysa yaşadığımız coğrafya da; çoğu, yolları karla kapalı gibi yaşam edinmiş insanlar, insanların koyduğu kurallar, kuralların parçaladığı aşklar var.
Yani uzadıkça uzayan kışları andıran inatçı töreler, korkak yaratılışlar, farazalı sorular…
Cevabı olmayan soruların atmosferinde debelenen yanlışlar…
İşte o coğrafyanın gökyüzünde aramıyorum hiçbir şeyi. Hep gri bir şemsiye, yağdı yağacak görüntü veyahut eceline susamış güneş yanığı.
Ben senin gökyüzünde kuşları özledim.
Gökyüzünde saten mavisi içinde kışlanmış bulutları.
Hep senin gözbebeklerinde kamayı, perdesi aralanmış pencerenden içeri girmeyi özlüyorum…
Ama yoksun.
Elimi uzattığım yerde yoksun…
Yine de; şimdi sen, sonra sen, hep sen oluyorum.
Can ağrımda, ilacım.
Özlemde, çarem.
Öyle umutları yitirip savrulmakta istemiyorum. Senin yaşamakta olduğun dağlarda kolsuz bir rüzgar serinliğinde mücadele etmekte var çünkü.
Senin olduğun kentlerde karanlığa direnen sokak lambalarının sabaha çıkan yürüyüşü olmakta var. Karanlığı aydınlatmak şaşılacak koyulukta aşktır zannımca.
Zannımca içimizdeki acıları, yalnızlıkları, özlemleri bir şarkının nakaratına çevirmekte yürek işidir.
Mesela diyorum okyanuslar sularını yara yara geçen tufanları nasıl dindirir?
Tufanlarım; şimdi sen.
Filozofi yalnızlıkları nasıl avutur nasıl aşka dönüştürür filozof?
Dinmelerim; sonra sen.
Acaba gerçekten geçer mi? sen burada olsan biter mi hissettiğim bu acılar??
Hangi sözcüğe dokunsam, hangi kelimeyi oturtsam cümlenin yamacına bilmiyorum?
Sanırsam ne yaparsam yapayım,
Aşklarım; hep sen.
Bir ses ver, hayat devam etsin, aşk budur…