2012 Temmuz başının iki kaybını siz pek kıymetli okurlarıma anlatmak istiyorum.
Biri Selim Bakaç, Dîyarbekir'in Lice İlçesinden bir Kürt Devrimcisi.
Diğeri Zekayi Bakar, bir Türk Sosyalisti.
Selim yetmişli yılların Dîyarbekir'inde gençlik cevvalliğini Kürt siyasi mücadelesine adamış, inançlı ve kararlı bir devrimci.
Zekayi Bakar, 68 kuşağının devrimci sıra neferlerinden biri olarak inandığı sosyalist değerler doğrultusunda hayata bakan ve yaşayan bir şahsiyet.
Zekayi Ağabeyi 1980'li yıllarla birlikte Dîyarbekir'de faaliyetlerini sürdüren Türkiye Kalkınma Vakfı'nın müdürüyken tanıdım. Bilinir işte! Bizim tuhaf ülkemizde "müdür" dediniz mi, kurumsal olarak birlikte çalıştığı insanlar ve hitap ettiği toplumsal kesimle arasına bürokrasinin duvarlarını ören kişi anlaşılır. Zekayi Ağabey en başında böyle biri değildi. Yirmi yıl boyunca hepi topu birkaç kez o da resmi ziyaretler nedeniyle onu kravatlı gördüm. Zaten gömleğinin boğaza denk gelen son düğmesi kapanmaz ve Zekayi Ağabeyi sıkardı. İşi bitince de söküp atardı kravatı. O bir halk adamıydı. Ağız dolusu gür sesiyle, ikna kabiliyeti yüksek ifadesiyle durmadan konuşur ve anlatırdı. Konuştuklarını da bir akademisyen titizliği ve bir raportör ustalığıyla metne dökerdi.
1990-95 yılları arasında birlikte çalıştığımız Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası yapısı içinde çokça metin ve rapor birlikte kaleme aldık. Bu disiplinli kalem ustalarımdan Rıfat Dağ Ağabeyle birlikte Zekayi Ağabeydi diğer dostum.
Bulunduğu her ortamda "Emek temelli" perspektifiyle yerini fark ettiren bir duruşa sahipti. Meşru olmayan hiçbir seçilmiş ya da atanmışa sempatik bakmadığını bilenlerden biriyim. Halkın değerlerine sıcak bakmayan okça Valiye, kaymakama ve Milletvekiline birlikte eyvallah etmediğimizi bilirim.
Diyarbakır merkezli Türkiye Kalkınma Vakfı'nın 1980'li yılların sonu 1990'lı yılların başında o sıcak ve bölgesel savaş koşullarında Lice, Kulp dağlarında halı, kilim atölyeleriyle, ipek böcekçiliği projeleriyle, Karacadağ'da örgü ve kaşar peynir üreticiliğiyle her daim üretken köylünün yanında ve dostuydu. Ekip arkadaşlarını kendi gibi belleyen ve seçen bir devrimciydi.
Sıcak bir yaz günü ben, Rıfat Dağ ağabey, Zekayi Bakar ağabey bir de bir gazeteci arkadaş birlikte gitmiştik Mardin ilinin Savur ilçesi Kıllıt-Dereiçi köyüne. Yıllar evvel destekleriyle kurdurmuşlardı Kıllıt muhtarı Cercis Yüksel'e köydeki şarap fabrikasını. Oturduk köyün girişindeki derenin başına şarap-rakı muhabbeti aldı başını gitti. Cercis, "Nuh'un torunları olduklarını ve Nuh dedelerinin gemisinin Cudi'de karaya oturmasından sonra ilk gemiden inenler olarak üzüm teveğini toprağa gömdüklerini sonradan ürün alıp şarap yaptıklarını, o gün bugündür Süryani şarabının namının yürümesinin bu sebeple olduğunu" anlatmıştı.
Sonra köyün camisinden duyduğumuz ezan sesini sorduğumuzda ise; "Bu da Diyanetin garipliği! Bizim köyde Müslüman yok, ama diyanet Müslüman'ı olmayan köye cami yaptı, bir de hoca tayin etti. Eh orası da Allahın evidir. Arada bir hocaya ayıp olmasın diye biz de gidip arkasında saf tutuyoruz ne yapalım!" deyivermişti.
Selim Bakaç'ı Dîyarbekir'den 12 Eylül 1980 darbesi öncesinden tanırdım. Ama kendisiyle yeniden buluşup görüşmem 2000 yılında İsveç, Stockholm'e bir konferans vermek üzere gitmemle mümkün olmuştu. Bir haftalık İsveç programında iki kez muhabbet etmiştik. Biri hayli uzunca ve evinde olmuştu. Birkaç dostla evinin sofrasında yemekte muhabbet ederken dikkatimi çekeni sormuştum Selim'e: "Evin çok mütevazı, az eşyalı gözüküyor. Yeni mi taşındın. Yoksa bir başka eve taşınma hazırlığı mı var?" demiştim.
Soruya şaşırmadan açıklamıştı. "Kekê Şeyhmus, biliyorsun bizler 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte sürgün geldik. İlk geldiğimiz aylarda siyasi mücadele içindeydik. Ve bu sürgün diyarlarda çok kalacağımızı düşünmüyorduk. Kısa zamanda darbeciler pılını pırtını toplar gider, devrilirler. Biz de ülkeye döneriz, diye düşünüyorduk. Ama bu süreç umduğumuzdan uzun sürdü. İşte yirmi yıla dayandı. Ne zaman eve bir eşya almayı düşünsek, 'Ya hu, biz buralarda kalıcı değiliz ki! Buralar başkasının memleketi. Er ya da geç döneceğiz yurdumuza. Bu nedenle buraların yerleşikleri gibi ev kurmaya gerek yok' diye düşündük. Bunun gereklerini de yaptık. Ama geriye dönüp baktığımızda bir kuşağın sürgünlükle geçtiğini gördük."
Evet, yıllar yıllar geçti aradan.
Zekayi Bakar Ağabeyim, ruhuna kadar sosyalist ve devrimci. Öylesine inançlı bir eylem adamı ki çocuklarına "Emek" ve "Ürün" isimlerini layık bulmuş ve öyle de yetiştirmiş bir devrimci. Okuyan, yazan, raporlayan ve uygulayan bir eylem adamı. İyi rakı içerdi. Dîyarbekir'de sürekli oturduğumuz sur dibindeki Gazeteciler Cemiyeti Lokalinin çalışanları Zekayi Ağabeyin duble ölçüsünü bilirlerdi; ince uzun rakı bardağının üçte ikisi, yani dudak payına kadar kısmı rakı, geriye kalan az miktarı su ile dolardı.
Zekayi Abiden öğrenmiştim böyle bardak doldurmanın "Kaymakam Dublesi" olduğunu. Bu satırlar okunduğunda yani hafta sonu Zekayi Ağabeyin şerefine ve ruhuna bir bardak Kaymakam Dublesi rakı içeceğim ve onu anacağım. Bu şehri Dîyarbekir'den iz bırakan bir adam geçti, Adı Zekayi Bakar'dı, toprağı bol olsun diyeceğim.
Ve tabi İsveç'te onu arkadaşları Yılmaz olarak tanıyan Mehmet Selim Bakaç için de tabii ki. Kimileri hava alanlarının "V.İ.P. salonlarından omuzlara alınarak "devlet protokolü" ile karşılanır ve payelendirilirken! Liceli Bahçe ailesinden Selim Bakaç gibi inançlı ve kararlı Kürt devrimcileri halkının ve mücadele arkadaşlarının protokolü ile vatan toprağına naaşı ile dönebiliyorlar. Bu da hayatın ve mücadelenin garip tecellisidir.
İkisinin de Selim Bakaç'ın da, Zekayi Bakar'ın da toprağı bol, ruhu şad olsun.
Eski Roma'da Romalılar ölülerinin ardından "Öldü" değil de "yaşadı" anlamına gelen "VİXİT" kelimesini kullanırlarmış. Bizim ölülerimiz de ölmediler, sahiden yaşadılar. Güle güle olsun Selim, güle güle Zekayi Abi. Vixit ve bir daha Vixit. Yaşadınız bir hakkın yaşadınız...
* Fotoğraf: Soldaki-Zekayi Bakar Sağdaki-Selim Bakaç