Covid19, belleğimize tarih içinde yazılmış salgınların ve salgınlardan sonraki kırımların bir 21. Yüzyıl hatırlatması yaptı. Çin menşeli covid19 dünyayı ekseni içine aldı. Koruma tedbirlerinin yanı sıra ilerlemiş demokrasiler bilimsel çözümlerin arayışını güçlendirdi ama hastalıkla da başı belaya girdi.
İşin sonu aşıya çıkacaktır er veya geç…
Türkiye ise “Evde kal” deyip, sayısal vaka ve ölümleri takvim sayfaları gibi yayınlamakla kaldı. Gösteri ve yürüyüşleri iktidara mubah muhaliflere yasak hale getirmeyi de politika cambazlığı içine aldı. İşsizlik arttıkça kalan işçilerin ölümüne çalışması düzen içinde sürdü. Patronların rahatı için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı.
Zan edildiği gibi bu salgın “zenginlerin ve yoksulların eşitlendiğini” getirmedi ayrıca. Tam aksine sömürünün en ağır koşullarını yarattı ve yoksulların en erken ölümlerine Azrail oldu.
Saray ile çöpten beslenenlerin yaşamları isimleri kadar belirgin ve aleni şekle dönüştü. Kolluk, hukuk ve basın pandemi ile birlikte muhteşem çalışma arkadaşları oldu.
Tam bu havada Sevgili Aliye, Roni Nasırkaya’ın “Seccade”sini gönderdi bana.
Kayyum gaspının işsiz bir bireyi için kitap okumak inanılmaz kazanç.
Roni’nin Seccade’si, yaşanmışlıkların kalp atışlarını an gibi taşımış okuyucuya. Seccade diz çökülen yerden yıpranıp, yamalanmış, namaz kılanlara seccadeliğini sürdürmüş ve sırlarını yama ceplerinde en iyi şekilde muhafaza etmiş.
Kürt köylerinde güneşten önce uyanan kadınların ve sabah namazına kalkan dindarların, gün telaşları karanlık çökene kadar devam eder.
Eski, taş temelli, kerpiç duvarlı, toprak damlı evlerde süren hayatların inanılmaz biçimde dramlara dönüşmesinin yanı sıra efsanelere dönüşmesini görür insan.
Ve merhaba demeden başlar, eyvallah demeye fırsat bulamadan biter hayat.
Bazen yoksulluğun kol gezdiği kerpiç duvarların arasında yanan sobadan yükselen dumanlara karışıp bacadan çıkar canı insanın, bazen bir tandır başında kendiliğinden devrilir, bazen bir sorgu odasında terk eder bedeni...
Bazen bir babanın “gelenek” cehaletine uyup, daha on yaşını tamamlamamış bir kız çocuğunun, yetmiş yaşında bir ölüye berdel vermesiyle başlar ölüm, bazen yol-iz bilmez çaresizliğine kurban gider.
Töre girdabında kayboluştur.
Seccade, kışın o esaretli kar yağışlarına gömülen evlerin, aylarca yolsuz, elektriksiz, dünyanın başka gezegeni gibi keşif edilmeyi bekleyen köylerini anlatır bir yandan, bir yandan da uzayda bile olsa avucuna bırakmış gibi bulunan, bulunmak istenen yerde gözaltına alınmayı anlatır.
Kaçış bir tek ölümdür.
Ölüm ise, Bağdat’tan sipariş edilen pillerin “Pilipis” markalı bir radyonun kısa dalga üzerinden bol parazitli Kürtçe Klam’ı dinlerken dirilmek. Ya da tandır evinde pişirilen ekmeğin kokusunun mezarlığa kadar yayılmasından sonra kefeni yırtıp, bir deri bir kemik ayaklanma isteğidir.
Adına kuma denilen ve daha adet görmemiş bir çocuğun, yabancı, kaderi aynı bir kadın tarafından saç leğende morluklarına tas dolusu sıcak su dökülmesidir Seccade…
Ne gözünün renginden, ne saçının karasından, ne bedeninin hatlarından haberi olmadan, çoluğa-çocuğa karışmış ve kamburu çıkmış, ölüm sırası bekleyen kadındır Seccade…
Adliye koridorlarında şapkası elinde, mahcup, çaresiz…
Bir çaycı madrabazına umudunu, iyi niyetini, evlatlarının geleceğini kaptıranların, tuzaktan tuzağa, kapandan kapana tutuluşu/kapılışıdır. Bir mübaşirin çağırması, bir kâtibin daktilo etmesidir kimi zaman adalet, kimi zaman gözü patlamış, dişi kırılmıştır…
Nuh’un ardından kopan kadın tufanıdır.
Sofu İbo’un maruzatıdır Devlet adamlarından…
Ama her mevsim acı doludur. Güneş hep doğar ısıtmaz, rüzgâr serinletmez aksine yakar. Dört koldan yoksulluğun üzerine baskın, yaşamın üzerine kelepçedir…
“Malhazır” lakabı aslında bir insanın malxırap, bextreş olmasıdır. Bir erkeğin ve bir kadının başına dünyanın külünü dökmektir. Yaşarken her gün bedenlerinden, canlarından kerpetenle dirhem dirhem et çekmektir. İşkencedir. Onurunu elinden alıp, dalga geçmek, ölüme mahkum etmektir gelenek kurnazlığında…
Kara kuru adamların, kumru gibi kadınlarla çay içiyor, yer sofrasında yemek yiyor gibi görünmesidir. Gerçekte kupkuru ekmeği dahi erkekten sonra kursağına göndermesidir…
Tek başına, derman olmadan, jilet gibi keskin sancılar, çığlıklardan sonra dünyaya getirdiği çocukların anasıdır seccade. Bağrından şimşek çakışına benzer hızla sökülmesidir.
Roni’nin Seccadesi, ehliyetlidir. Traktörle Azrail’e meydan okur, kasırga gibi bir gençliktir. Toprağa kara saban, adalete mektup, teknoloji çağına bir isyandır. İsyandır…