Tarihi bilinmez değil. Kürt meselesi evimizde yanan ocağın üstünden çıkan kokular kadar tazedir hep. Halımızın figürüne, duvarımıza asılı fotoğrafa kadar işlemiş.
Birinci ve ikinci dünya savaşları arasındaki ve sonraki zaman dilimlerinde insan bedeninin üzerine yakılarak akıtılan naylonun damlaları kadar etkili, yakıcı olmuştur hep Kürt meselesi. İsyanlar adıyla tanımlanan bu başkaldırılar üzerine kızgın yağ dökülerek söndürülmeye çalışılmış ve binlerce ananın, babanın dul, yetim ve öksüzün duyarlılığına terk edilmiş.
O kimsesizliğin duygusuyla fokurdayarak kaynayan bu duygular insan olarak yaşamak ve yeryüzü haritasında yaşayan diğer etnik gruplar/halklar gibi kimlik sahibi olmak ve dil serbestisini yaşamak içindi.
Yani sadece yüzyıllık gibi bakılmamalı bu meseleye, tarihçesinde bin yıllara dayanan bir esaret vardır.
Ancak 20’nci yüzyılın son çeyreğine denk gelen savaş, Türkiye coğrafyasında bir trajediye döndü.
Köyler, ilçeler ve illeri dolduran yerel nüfus yoğun güvenlik tatbikatları altında kalmaya başladı.
Uçakların da sıklıkla kullanıldığı bu savaşın adını koymakta sakınan iktidarlar zaman zaman “çatışmalı ortam”, “düşük yoğunluklu savaş” dediyse de dünya ve Kürtler bunun milyar dolarlarla ve milyonlarla ifade edilen güvenlik kuvvetiyle yürütülen bir savaş olduğunu biliyordu.
Son iktidar, savaşın seyrini değiştirmek için ortaya farklı söylemler atarak isimlendirmeye çalıştı. Örneğin açılım projesiyle Türkiye’de Kürtlere ve insan haklarına dair köklü iyileştirmeler yapacağını taahhüt ettiyse de bu projesini çok geçmeden bitirdi. Silopi denemesi sınırı 50 kilometre geçemedi, yani Ankara’ya varmadan bitti.
MİT-PKK Görüşmelerinin ses kayıtlarına bakıldığında buradan da çözüm referanslı bir yüksek belirti çıkmıyor.
Sıklıkla bölgede Sivil Toplum Kurumları adres gösterilse de pratikte karşılaştığımız durum bir oyalama ve geciktirme taktiği ile halklara hoş görünme çabasıdır. Keza sivil toplum bütün istenç ve çabalarını seferber etmekten geri durmadı. Üzerine düşen tarihi vazifeyi ortaya koydu. Diyarbakır gibi çözümün adresi olan yer bileşkesinde taraflara barışın yol haritasına dair somut ifadelerle çağrı yaptı.
Halk da boş durmadı bu süreçte. Gerek asker ve polis aileleri, gerekse gerilla aileleri sürmekte olan savaşın durması için çocuklarının cansız bedenlerine sarılarak artık savaşın durdurulmasına dair seslerini yükselttiler.
“Bu benim çocuğum, ben bunu sahiplenirim” diyerek savaşın bitmesine önemli bir referans sunmuştur anneler. İktidara çok açık ifade etmiştir ki “Terörist” yaklaşımıyla oğlumu-kızımı benden soyutlayamasın.
Bütün bu parçaları bir araya getirince savaşın durmasına “canlı kalkan” olmak bile çözüm için zerre kadar katkı olmuyor.
Doğal olarak insan yaşanmış olan geçmişten ve sezgilerinden yola çıkarak şu sonuca varıyor; bu savaş sürecektir.
Tıpkı Japonya’nın halkına depremle yaşamayı öğretmesi gibi ülkemiz de bize savaşla yaşamayı öğretmektedir.
Savaşla yaşamayı öğrenip, tsunami gibi ard arda gelen zamlara da eyvallah çekmeliyiz galiba.
Savaş sürdükçe Kürt meselesinde de arpa boyu yol almak hayal olacak.