Kıyısında bir şarabın kırmızı kelimeler
kentler kilometreler ötesinde durgun bir deniz kenarı
nazlı martılar gibi çığlık çığlık
kara aksanlı çocuk
ve yurdunu arayan bir mülteci meçhullüğü...
Kaçak çay yolla diyorsun bana; ama otlu peynir sevmediğini biliyorum. Hem kaçak çay dağlardan aşıp gelir yolları onun için sevmez düzde ve fincanda dem tutmayı. Biraz yanık olmalı çaydanlığı ve isli olmalı ve bakırdan karnı derin olmalı.
Dibinde çalı ateşiyle tutuşmuş odun kozunu çok sever o çaydanlık. Her gün her dem yanar biraz bana benzer desem darılma ne olur çünkü benim aksanım kara…
Ateş, kaçak çay, çaydanlık, bir kulplu çinko bardak biraz aksanımın fragmanıdır.
Tutarsın kulpundan bardağın ve otlu peynirden bir parça ağzında iken yudum yudum izlersin o hayatın senaryosunu gerçi sen izledin bir bölüm.
Ay soluksuz ay mahsun ay mağrur
çelik bir kol şarteli ağır mı ağır
anlamın içinde unutulmuş kendi tadı
gitti
bakırdan tel içinde şimşek
ölüm kuş uykusu...
Çok ait olmayacaksın çünkü bizde hayat fırtına gibi süpürüp taşımıyor başka yere burada hayat güneşin altında yanmaya benzer. Acıya banıp suretini dudaklarından şafak doğurmayı bilemezsen yaşamak zor olur. Sen bunu seçmedin.
Şimdi kalbimin etrafında tel örgüler, ay ışığında diken diken şiirler yazıyorum.
Anlamın içinde unutulmuş bir tat değil tabi tadın içinde bir kum hali… Yaşamayı o zaman bu zaman diye ayırmak doğrusu değil. Tüm zamanlar bizden kalma çünkü.
Bahçenin içindeki kavak ağaçlarına geceden gelip konuk olan kar bile zaman ayırdı bize. Zamanımızın içine girdi. Kuru dallar ve kuru yapraklar. Sonra baharın gözlerine çeken yeşili ve dudaklarına çeken ıslaklığında zamanımızın izleri vardı.
Ay çok soluksuz kalırdı, epey mağrur dururdu.
Dedim ya şiirlere ölüm benim için kuş uykusu. Korkarsam kalbim dursun.
Sabaha yenilecekken bir gece nasıl ölür bilir gözlerin
rüzgarlar teğet geçer kurşunsuzluğuma
tanrı için de ötekidir kalbim...
Eğer cellatlar ve çocuklar bir cihanda yan yanaysa korkarım ki aşkta korkar. Nereye gidilirse gidilsin başka evrenlere de, kaçarak uzaklaştıklarını beraberinde götürür insan, gittiği yerde de unutur götürmek istediklerini.
Yıldızları sayardı dam üstleri. Saçların içinde saklananlar ve çıkıp ışıyanları sen koparırdın. Eğer bir mevsim gelecekse ve geleceği tutmuşsa o nazlıcağı kimse tutamaz.
Ama korku beslemek aksanı kara çocukları sevmemenin nişanıdır.
Toprağı dikiyorum elimde yağmurdan damlalar
minik kuştu bedenimde tüylerim
bir yumruk gaza bu
toplasam topu topu akşam üstü şiirleri...
Düşler, o yoğun gecelerin haznesinden boşalan yağmur sesiyle kurulan düşler. Ellerinizi yorgan üstünde tutarsınız ki kaçarken bir düş yakalayabilesiniz. Toprağı dikiyorsunuz kaçmasın aralığından ve yağmuru damla damla arıyorsunuz. Hani didik didik edip gecenin kol kanadını sonra bir daha yarılmasın diye uykunuzu kurşuna diziyorsunuz.
Oracıkta kapanıyor gözler.
Sonrası masal, sonrası hikayeler anlatısı.
Karanfil gibi değildi
sözlerin karabiber örttü üstüne tüm kainatın
kim olduğun uyandığın zaman çıkar karşına
eğer dikenleri çıkarsan tenimden...
Böyle adına çiçeklerin yüzünü vurduğum şiirler yazıyorum.
Kararınca akşamüstleri, kanat çırparak bir araya gelen kuşların dansına dalıyor umutlar. Bütün gök yazı tahtası ve kuşlar o tahtada bir figür denizi. Dalgalanıp kimi zaman kimi zaman uzak bir şehre yol katarı kimi zaman iç içe geçmiş yumruk darbesi.
Ve yağmurdan sonra göğümüze asılan renklerin atmosferi. Ve o renk atmosferinde eski bir söylenti “kim atlar ki üstünden gökkuşağının”
Aşka çalan bir koku sarardı her yeri. Sonra sevda sözleri…
En büyük kayıp gözaltında çıkar sırlara
üzgün bir kovulmuşluk
ve tutam tutam saç tellerini örter yüzüne sevgili
dilin üstünde işkenceden geçen kelimler
ki duyulan acıyı
öperim başım gözüm üstüne...
Nasıl olsa kimse duymayacak. Bir eski yara izi gibi kalır. Bazen tararken saçlarını kalır gözlerin izin içinde, bazen soyunurken köklerinden kapanır öteye. Ya da çok eskidendi çok eskiden “onu sevmiştim” der sancıya durur kalbin atışı.
Gülümse işte o an içinde eksik bir gülüşle, gülüşün farklı olsun.
Çünkü kalbimizdeki mezarlık söz dolu...
Sarı bakışlı adam
zindanı gökkuşağı rengiyle boyar
kır saçının teliyle hem
ver elini isyandır bu ruhun içinde sancı olmayacak...
Mektubunda “sarı bakışlı adam”: “bakışların hatırına bir tutam tütün yolla” diyorsun. Yollarım gayri tütünü yarama basma. Bir kibrit çöpünü baruta ver ateşin aşkına, dumanı savur, küllerini dağıt.
Kalbimi kalbinden çıkar ve vatanına göm. Çünkü aşk kaçak yaşanmıyor.
Sarı bakışlı adam
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.