Prensin doğuşu

İrfan Sarı

Bir kış boyu dinlenen toprak artık verim çağına gelmişti. Cemreler, peşi sıra newroz ve kardelenler başını göğe gençlik bakışları gibi kaldırdı. Ağaçlar köklerinden gövdelerine döl taşımış dallar güneşe kendini teslim etmişti. Mevsimler nöbet değişimini göğün şahitliğinde tamamlıyordu.

Sabriler bu kış zar zor baharı buldular, neredeyse erzakları tükenmişti. Geçen bahardan çalıştığını dokuz kız, kadını Zümeyra ve kendisi kış boyu yiyip bitirmişlerdi. Aslında kızların yerine oğulları olsaydı debarları (erzak) çok daha fazla olacaktı ama karısının her karnı kız verdi. Bütün bu prenseslerine karşın bir prensi olacaktı Sabri"nin, buna inanıyordu. Kadını Zümeyra"nın bu seferki karnı toparlaktı belli ki oğul verecekti.

Mayıs yine her zamanki gibi toprağa güneşi konuk ederken Sabri de tarlaya tohumu serpiyordu. Güneşin ve toprağın sıcağı arasında Sabri"nin alnına ter yuvalanmıştı. Tarlanın kenarındaki akarsu bahar coşkusuyla akıp gidiyordu. Bu gün daha bir sevgiyle avuçluyor tohumu ve tarlaya daha bir aşkla serpiyordu, beraberinde “Mala Babê min, Mala mêran e” Kürdisini ucu bucağı olmayan ovaya söylüyordu.

Güneş göğün ortasına geldiği zamandı, dere kenarına gidip soluklanıp elini yüzünü yıkamak için heybesindeki son tohumu da tarlaya serpti ve dereye doğru yöneldi. Koluyla alnına düşen teri silerken derenin kıyısından koşarak gelene gözleri takıldı. Biraz süzdükten sonra büyük kızı Sima olduğunu anladı. Birden korkuyla heyecan düştü bedenine. Kız sesi duyulacak kadar yaklaşırken elleriyle de müjdeyi bağırdı…

Mir za! ...Babooo Mir zaaaa! ...

 

Hayatı rençberlikle geçen Sabri"nin hayali gerçekleşmiş, prensi dünyaya gelmişti ve and ettiği üzere prensinin adını da Mir koyacaktı artık. Kızı Sima da; “Mir za!...” demekle mir doğdu demek istiyordu babasına.

 

Sabri kulağına gelip oturan bu sese daha doymadan heyecanından donup durdu. Ağzı sevinçten bütün dişlerini saldı dışarı. İki kolunu yanlara doğru kızı gelsin kucaklasın diye açtı. Ne var ki kızı Sima daha yetişmeden bir heykel gibi devrildi toprağa. Nefes nefese kalan Sima durmadan hiç babasını omuzladı ve dere kıyısına götürdü. Homurdayan derenin sularından babasının yüzüne çırptıkça çırptı fakat hiç yaşam belirtisi vermedi. Bir ara kulağını babasının kalbine dayadı son bir nefesle;

 

“Mir zaaa! ... babooo Mir zaaa! ...”

 

Diye bağırdı ve derin derin hıçkırıklarla saatlerce öyle durdu babasının cansız bedenin üzerinde.

Sonra çaresiz babasını boz atın sırtına yüzükoyun yatırdı ve evlerin olduğu kayalığa doğru yola koyuldu. Yol boyunca ağladı ve ağıtlar yaktı Kürtçe. Dokuz kız çocuğunun en büyüğü idi Sima. Ama, babaları onları o kadar çok seviyordu ki sırf köy yerinde oğlu yok denmesin diye babalarına, onlarda bir erkek kardeşlerinin olmasını hep istiyorlardı. Ne bilecekti erkek kardeşlerinin doğduğu gün babasızlığı tadacaklarını.

 

Bu müjdeyi vermeseydi belki babası şimdi yaşıyor olacaktı. Ama müjdeyi vermek zorundaydı çünkü on sekiz yıldı onlar bu anı bekliyorlar ve bu anın muradına varmayı hesaplıyorlardı.

 

Köy ile tarla arasındaki yolu ağıtların ve düşüncelerinin çarkına teslim ede ede yürüyordu bir başına. Saçlarını yolmuş gözlerinden akan yaşlara tarla toprağının tozu çökmüş menekşe gözleri kan çanağına dönmüştü.

 

Yüreğine gelip konan acının altından ancak yürüyordu. Oysa evden ayrılırken sevincine rüzgar gülü takar gibi koca bir baharı kucaklayan bu vadiyi adımlarıyla inletmişti.

Sevinçle hüzün arasındaki boşluktan köye varması akşam namazına denk gelmişti. Sırtı kayalıklara gömülü taştan yapılı evlerinin önüne gelir gelmez kızılca kıyametler kopmaya başladı.

 

Çocukların çığlıkları bir zincirin halkaları gibi şangırdayarak çoğalıyor kayalıklarda yankı buluyordu. Bütün köy isyana durmuş bu feryatların figanların yardımına koşayım derken gördüğü manzara karşısında dayanamayıp bir seste onlar veriyordu.

Çünkü “Sana Mir doğurdum” demek için bekleyen Zümeyra Sabri"nin ölümünü duyar duymaz yattığı yataktan gözlerini kapıdan gelen ölüm haberine açık bırakmıştı. Memesi yeni doğan Mir"in ağzında kala kalmıştı. Memenin sımsıcak halinden soğuyan deme dek mirin bebek dudakları arasındaki vakti nene Mahsima"nın bebeği alması noktalamıştı.

Dışarıda yakılan ateşlerde kaynatılan bahar sularıyla cansız bedenleri yıkanan Zümeyra ile Sabri fanusların ışıkları altında yan yana kuzey rüzgarlarının eksik olmadığı yamaca defin edilirken gece karanlığı kahrından yırtıldı.

 

Ay kapandı yıldızlar acıya dayanamadı.

 

Bütün köy dokuz kızın ağlayışından Mir bebenin çığlıklarına teslim oldu o gece.

Mir bebek, Mirza olarak dokuz ablasıyla o günden sonra yetim ve öksüz olarak yaşamaya başladı. Bütün mirlerin yaşamı gibi bu Mir bebeğin de yaşamı çok farklı olmuştu. Kederi ve acıyı bu kadar ince tadan varmadır bilinmez ama bilinen bir gerçek var ki o da babanın tarlaya serptiği tohumu da o yıl kuşlar talan etmişti.

 

....

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (15)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.