İnsan, kötülük, siyaset bir araya gelmez demeyin!
Bu üçlü, Türkiye Cumhuriyeti'nde adam akıllı beraber beslenip beraber büyüyor ve beraber katlediyorlar.
Yüz yaşına demir atan cumhuriyette gün yüzü gördüm diyen çok az insan vardır sanırım. Devletin resmi kurşunuyla insan öldürenler bile gün yüzü görmemiştir.
Cumhur reisleri, başbakanlar, bakanlar, generaller, gazeteciler, tıbbıyerler, yazarlar, çizerler, sinemacılar kısacası bütün kesimler, özgürce, demokrasi içinde mutlu bir yaşam geçirdim diyemez. Sadece barış içinde yaşadığını sanıyorlar.
Neredeyse her kes ve kesim, baş edemediğine, kıskandığına, çekemediğine bir zor kullanma eğilimi içindedir. Af edilmeyecek kadar şiddetli güç uygulama peşinde hırsına yenilip gider. Öç aldığını sanır.
Oysa açık halde şiddet uygulamayı aşıp, katil olmuştur, barbar olmuştur, gasp etmiştir.
Karşı fikre karşı acımasızca bir yönelim içindedir en yetkin kurum ve yöneticisi dahi.
Çünkü kendinden başarılı hiçbir düşünceye tahammül edemeyecek kadar cahildir.
Çünkü devletin yetkilerini de arkasına alabilecek kadar hilekar ve gelişmeye kapalıdır.
Hele yurttaşın hayatını kolaylaştırmak için var olan devlet oluşumunun kendini muhafaza etmek için kontrgerilla yapılanması oluşturması çok tuhaf değil mi?
Kendi namı adına masum insanları öldürme, ceza verme, sürme tuhaflığı da bir başka boyut.
Yani yurttaşın güvenliğinden çok kendi güvenliğine dayanmış kalın damar devlet.
Susturma, haber alma özgürlüğünü alma, temel hak ve özgürlüklerden mahrum etme başlıca göreviymiş gibi davranış sergileyen devlet.
İnsaf ve vicdan sorunlu devlet…
Muhalif ne varsa, kim varsa hepsini dize getirmek için üstün bir organizasyon, kusursuz operasyonel devlet.
Kendinin ağzı olan basın, kraldan çok kralcı olan din temsilcileri ve diyanet yapılanması, sivil toplum örgütleri, meslek yapılanmaları, bürokratlar, güvenlikçiler, eğitmenler, eğiticiler içeren devlet…
Ve durmadan demokrasiden, vicdandan, huzurdan, istikrardan dem vuran devlet…
Ve geldiğimiz şu iki bin on beş günleri…
“Halk istikrara oy vermeli”
“Beyaz Toroslar geri gelmesin diye oy verin” söylemleri…
Yani iki bin on beş yılının sonbaharının son günlerinde tehdit…
“İstikrar” diye kast ettikleri tek başına hükümet olmanın gecesinde, şehirleri kurşun yağmuruna tutmak.
Hemen ertesinde genç çocukları sokak ortasında ve güpegündüz kurşuna dizmek…
Suçluyu-suçsuzu ne varsa keskin nişancılar marifetiyle öldürmek/katletmek.
Ve resmi ilanla “terörist”e çıkarmak.
Hep bir ağızdan aklamak devletin emellerini.
Kan kusturmak halka.
“Bu iyi günleriniz” demek.
“Sıra size de gelecek”
Yani hızını alamamak…
Yani katletmeye ayarlanmış insanlar ile tek tipleştirmek milleti.
Katledilenlerin üstünde ne silah, ne bomba, ne ateşli farklı silahlar.
Ki olsa, çarşaf çarşaf ifşa etmek için yarışa girecek kadrolu gazeteciler.
Ahhh!
Şu yitirilmiş vicdanlar.
İnsan, siyaset ve kötülük…
Üçü bir arada kocaman organizasyon…
Devlet.
Halkını köle etmiş pratik kombinasyon.
Kalemtıraş gibi istediğini sivrilten, törpü gibi istediğini körelten…
Sonrası “Allah'ın selamı”
“sabır”
Tövbe estağfurullah!
“Tek vatan, tek millet, tek devlet”
Küçük mezarlar, beden sarılmış çeyizlik battaniyeler, derme-çetme tabutlar…
Kötülüğe ayarlanmış insanlar…
Duaya sığınan yurttaş…
Zamma dayanmaya çalışan vatandaş…
Budur ahval vallaha kardeş.
Kitapların yasağı, dergilerin toplatılmışı, fikirlerin yasaklanmışına kaldık…