Üzerinde uzun uzun düşünülmüş bir ülkedir Türkiye.
Bol bol darbe ile donatılmıştır ayrıca.
Ama yönetim mantığı kim gelirse gelsin gram değişmiyor.
Asker işbaşındadır her daim.
Yani başka bir değişle halkın kendisini yönetmesine o halkın çocukları karşı çıkıyor. Ellerine verilmiş ateşli silahlar ve üstüne geçirilmiş Amerikan usulü kamuflaj giysilerle anne-baba dinlemeden baskın yapıyor.
Hele üniforma sevdası olanlar bir gaddardır bir gaddar sormayın.
Büyük dağların yaratıcısı sanıyorlar kendilerini.
Polis ise başka bir komedidir.
Ortalığı tecavüz, hırsızlık, haksızlık, hak ihlalleri götürürken onlar tepedekilerin ağzından çıkan kişisel emirlerinin etrafında dönerler.
Sokağın ortasında bir birini kurşunlayanlar şöyle dursun kendi hukukunu oluşturmuş gayri meşru iktidarlar, kentleri kendi yöntemleriyle yönetirken onlar üniversiteli gençleri dövüp ortalığı gaza boğma derdinde.
Ev başına imam, kişi başına polis-asker düşünülmüş bir ülkedir Türkiye.
Yetmemiş ajanlaştırma için yapmadıkları madrabazlık kalmamış.
Böcek döşedikleri yerler ile birlikte dinlediklerini de sayarsak ülke baştanbaşa kendini gammazlayan ve birbirinin ayağını kaydırmaya çalışanlarla dolmuş.
Komplo teorileri üreten yoksul kenar mahallerinin çocukları, belinde silah, cebinde bıçak, zulasında muşta taşır…
Ya bizden olmalısınız ya da ölüm için sıranızı beklersiniz derler…
Yanı başında koca kentlerin entelektüelleri teori ustaları olmuş. Devrim olacak demekteler.
Oysa gemileri kâğıttan, uçaklar kâğıttan, sözleri kâğıttan…
Yani samanın alevidir yangınları…
Ne zaman ele avuca sığmaz bir kıpırtı oluşsa kıyametleri koparır ve aşağılarlar.
“Benim olsun küçük olsun” hatta benden gayrisi bilmez edasında, havasından inmezler.
Türkiye ayarlanmış, kim gelse kalıbından taşamaz.
Taşkınlıkları olur ama.
Bol bol yolsuzluk, kıyasıya mal mülk, servet, yandaş, ihale…
Dilediğin kadar dua bedava…
Dilediğinden fazla yaranmak mubah…
Adını, ecdadını, soyunu, dilini anmak haram…
Evvel zaman eşkiyası, şakisi, dağlısı, kırosu, birden bire bölücü, ayrılıkçı, terörist oluverir.
Radyo ibresi gibi, istedikleri gibi istedikleri dalgaya ayarlıyorlar.
Faşizm kedi gibi hep dört ayağının üzerine düşer.
Bu ülke mezar.
Ne zaman halk, ne zaman halkın talepleri sokağa dökülse, mezar açılır.
Oluk oluk kan akar.
Karanlık, derin güçler tetikçilerini ortalığa salar.
Korkuturlar…
Ama Kürtler artık korkmuyor. Kendi yaşamını kuruyor. Adım adım ilerliyor. Siyasetini geliştiriyor.
Sayın Selahattin Demirtaş’ın “Başımıza bir iş gelirse gemiyi limana götürün” ifadesi boşuna sarf edilmemiştir.
Yeniden ve yeniden işin başına dönüyor statüko.
Ama vicdan sahibi insanlar o korkuları aşmıştır ve yollarına devam ediyorlar.
Ecdadlarının mirasına sahip çıkarak yürüyorlar.
Adaletin ne demek olduğunu anlatıyorlar.
Yiğitliğin ne menem şey olduğunu resm ediyorlar.
Ve gidilecek o limana gemiyi götürüyorlar.
Parıl parıl bir geleceğin, insanlığın limanına…
İnsanın limanına.
Ayarları bozup halkların yeni yaşamını kurmak için…