Nehil, yatağına dolmuş sularla ovaya, ova da Gever Çayına, çay da dosdoğru Zap’a müjdeyi veriyordu:
Nisan doğdu!... Nisan doğdu!...
Evet biz de yol boyu çaya baka baka coşkunun Sümbül ile buluşmasını izlemeye gidiyorduk. Deniz’in, arkadaşlarıyla Zap’ın çocuklarına yaptığı köprüye vardığımızda suyun iki yakasında dosta düşmana inat duran köprü, ayakları yıkılmadan duruyordu. Bir kanadı çelik testerelerle kesilmişti; öteki kanadı ise sevdalısını azgın sulardan kurtarmak için bütün gücüyle asılmıştı. Bu sevda o topraklarda çoktan efsane olmuştu ve nisanın doğuşuyla kat be kat artıyordu.
Gök gürledi ve tabiat ana sancılı nisan doğuşuyla birlikte Zap’a bir coşku katmıştı ki özgürlüğün tadını çağlaya çağlaya Sümbül’ün eteklerine haykırıyordu.
O coştukça, Sümbül heybetli duruşunu bulutlardan aldığı nemle sevinç gözyaşları gibi akıtıyordu Zap suyuna adeta. Her damla yaş Zap’ın haykırışını, çırılçıplak duran ceviz ağaçlarını korkunç bir hasrete götürüyordu.
Hasret, boğazında düğüm düğüm oluveriyordu.
Yaprak verip meyve verip nam vermek istiyordu yedi düvele...
Vadi, seslerin muhteşem senfonisini dinlerken Nisan doğuşunu bir kez daha yaşamanın heyecanını taşa, toprağa bir ozan edasıyla vurguluyordu, vurgu yeniden diriliş, yeniden yayılış oluyordu.
Bilge insanların yurdu bir kez daha saçlarına ak düşen dağlara kol kanat geriyordu. Bahar sevgisini, bahar dirilişini müjdeliyordu insanlığa.
Sümbül’ün eteklerinde soluklanırken hafif bir titreme tuttu bedenimi. Ama güneş usul usul beliriverdi bulutların arasından ve kapkara bulutları bir bıçak ağzı gibi yırtarak bedenimi içine aldı.
Toprak güldü, sümbül güldü, ben güldüm;
Zap coştu, oradan Fırat’a Dicle’ye bir salına bir kıvrıla, kim bilir nasılda alımlı çalımlı vardı.
Var... Var...Var Zap. Vardığın yerde gül, güldüğün yerde güneş açsın, güneş açar da çiçek göğe ermez mi bu dağlar da? Nisan doğar da su düşmez mi yatağına ve baharlaşmaz mı bu toprak; bir türkü, bir şiir, bir destan olmaz mı insanın dilinde, bin yıllara inat?
İrfan Sari – Depin - Nisan 2003