Geçer akçe bir kavram olarak "Sanal medya" diyorlar ya! Sakın aldanmayın. Klavye, bilgisayar, internet üzerinden yazılan metinlerin çoğunun, yazı, şiir gibi örneklerin; mürekkebe, kağıda bulaşıp hayata girmesi artık epey zaman oldu.
Hatta daha da ötesi o "sanal" dünya paylaşımları üzerinden insanlar artık yargılanıyorlar bile!
Tabi benim bu yazıdaki asıl meramım bunu dillendirmek değil!
Gündelik hayatımıza artık çokça giren, girmesi ne kelime! Neredeyse onunla yatıp kalktığımız bu "sanal dünya" aracılığıyla çok yeni dostluklar ediniyoruz.
Kimi arkadaşlarımızın "paylaşımlarını" bir kaç gün görmeyince telaşa kapılıp "acaba ne oldu, başına bir iş mi geldi" diye meraklanıp sormaya yelteniyoruz.
Bu arkadaşlarımızın birçoğunu ru be ru görmeden en yakınımız biliyoruz. Kimileriyle görüşüp tanışınca daha bir yakınlaşıp kendimizden sayıyoruz.
İşte benim Ankara Mülkiye camiasından "Müftü" mahlasıyla önceden adını duyduğum sonradan da Facebook üzerinden arkadaş olduğum Ergün Kuzenk bu "sanal dünya" arkadaşlarımdan.
Facebook üzerinden yazdıkları insanı gah memleketi Bitlis'e, gah Ankara'nın gündelik hayatlarına taşıyan ve kalemi, kelamı bir anda sizi sarıp sarmalayan, diline geleni klavyeye döken, küfrünü de, usturuplu sözünü de tam gediğine oturtan bir beni adem Ergün Küzenk.
İlk imza gününü Ankara'da bir kafede yapmıştı. O gün bir başka iş nedeniyle Ankara'da olmamı fırsat bilip bir kaç arkadaşla ziyaret etmiş sohbete katılmıştık. Sanki kırk yıllık arkadaş gibi. Kitaplarımızı da imzalatmıştık.
Sonra dönüş yolunda ve devamını da Diyarbakır'da okudum Ergün Küzenk'in "Bitlis'ten Ankara'ya Beni Duyuyor musun?"* kitabını.
Kitabın editörü Celal İnal; "Yaşamak direnmektir diyenlerin gayrı resmi tarihine tanıklık" diyor kitaba yazdığı önsözün bir yerinde... Aslında yaşamının ayrıntılarını öğrendiğimizde sahiden de söze denk düştüğünün sırdaşı oluyorsunuz.
Sadece bu kadar mı değil elbette, ötesi de var...
Otuz yumurta ile bir kangal sucuğu tüketip ardında yumurtaların kabuğunu bırakan "yarım akıllı" Yaşar,
Bırakın iğnesini gaz'ını, kendisini, suretini unuttuğumuz Gazocağı,
Her kentin kimliğinde benzer yaralar taşıyan "şalvarlıya yasak" mekanlardan biri Ulus'a yolu düşen Veysel,
Sırtında evini-barkını taşıyan "şehre indi orospu oldu" diye imlenen makyajlı tosbağa Safiye'nin sırtında mumla evin içinde arz-ı endamı,
Hacıbayram'ın Kerem Kıraathanesinde Ankaralı kabadayı Peygamber Haşim ve "bulursak şükrediyoruz, bulamazsak sabrediyoruz" diyen İbrahim Hakkı'ya, Şehih-i Belhi'nin "biz bulamazsak şükrediyoruz, bulursak paylaşıyoruz" diyen romansı kahramanlar ve daha neler...
Ergün Küzenk, nam-ı diğer Müftü, size bir selam çakıyor ironik diliyle “Beni Duyuyor musun?” derken kitabında.
Belki de memleketinin kadim mekânlarından Dingo'nun Bağında bulunan sırlı küpün içinden Altun Halbur'a akan, Ava Weqfê'de çağıldayan bir avuç suda bulunan ferahlatıcı nağme gibi okunası metinler...
Ergün Küzenk anı-anlatı tarzında yetmişine ramak kalmış dünya görmüş bir adamın hafızasını yazmış, paylaşmış.
Size düşen alıp okumak. Hem öyle bir kerede okuyup bir kenara atmak kabilinden de değil! İstediğiniz yerinden bir kaç sayfa okuyup okuduklarınızla hemhal olup, bir başka zaman bir daha okumak isteyeceklerinizden.
Ben sevdim, siz de seversiniz diye düşünüyorum.
Haaa unutmadan son not! Sanırım Müftü'nün terkisinde daha paylaşacak çok hikâye var. Aman yazmaya devam Müftü, ömrüne bereket sağlık...
* Ergün Küzenk, Beni Duyuyor musun?, Gece Kitaplığı, Ankara 2017.
Not: Bugün, 10 Haziran Cumartesi saat 16.00'da Ankara Mülkiyeliler Birliği'nde Ahmed Arif üzerine söyleşim ardından kitap imzam var.