Mide kanserine yakalandıktan sonra İsveç'teki doktorlarının bir haftalık ömür biçtikleri Mehmed Uzun 2006 yılı Temmuz ayında radikal bir kararla Diyarbakır'a dönmüş, Diyarbakır Havaalanına indiğinde "Diyarbakır hayatımın şehridir. Berxwedan jiyane (Direnmek Yaşamaktır). Ben buraya ölmeye değil yaşamaya geldim" demişti.
Diyarbakır'da doktorlarının gözetiminde 15 ay süresince dolu dolu yaşadı ve 11 Ekim 2007 tarihinde vefat etti. Cenazesi onbinlerin katılımıyla Diyarbakır Mardinkapı'daki mezarlığa defnedildi. Tabutunun başında Uzun'un kendi vasiyeti üzerine yaşamı boyunca "baba" diye hitap ettiği ünlü edebiyatçı Yaşar Kemal, siyasetçiler Ahmet Türk ile Şerafettin Elçi, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in evsahipiğinde konuşmalarıyla uğurladılar Mehmed Uzun'u.
55 yaşında hayata veda eden Modern Kürt Edebiyatının öncülerinden usta yazar Uzun, edebiyatı ile anadili Kürtçe'de ısrarın sürgün diyarlardaki sesi oldu. Geride sekizi roman olmak üzere 19 kitap bıraktı. Eserleri birçok dünya diline çevrildi.
1985 yılında Türkiye Yayıncılar Birliğinin "Düşünce ve İfade Özgürlüğü" ödülünü aldı. Daha sonra Berlin Kürt Enstitüsünün "Edebiyat Ödülü" ile Erick Lundeberg ödülüne "İsveç kültür yaşamına katkılarından dolayı" İsveç Kültür Akademisince layık görüldü. Torkmeye Seegerstedt "Özgürlük Kalemi" ödülünü ise "Edebiyat ve sözün özgürlüğüne ilişkin duruşundan dolayı" layık bulundu.
Mehmed Uzun ölüm tarihi olan 2007'den bu yana her yıl dostları, yazar arkadaşları, ailesi ve sevenlerince Diyarbakır Mardinkapı'daki mezarı başında 11 Ekim günü vefat saati olan saat 11'de anılıyor.
Bu yıl Mehmed Uzun'un ölümünün beşinci yılı olması nedeniyle aynı gün dört şehirde olmak üzere Diyarbakır, Hewlêr (Erbil), İstanbul ve Stockholm'de anıldı.
Diyarbakır'daki törene PEN Yazarlar Örgütü Türkiye Merkezinin Diyarbakır Temsilciliği, Kürt Yazarlar Derneği, Kürt PEN Girişim Komitesi, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Mehmed Uzun'un kardeşleri, eşi, kızı, annesi, arkadaşları, dostları ve sevenleri katıldı.
Kendi ifademle, "Uzun'suz geçen beş yılın Mehmet Uzun ve edebiyatı adına boşa geçirilmiş beş yıl olduğunu" söylemek bir miktar rahatsızlık verici hatta provokatif bir ifade içerse de doğru. Neden diye soracak olanlara kabaca yanıtım şu olacak.
Beş yıl boyunca yılda bir kez 11 Ekimlerin sabahında mezarı başında bir avuç insan toplanarak onu anmaktan başkaca bir şeyler yapamadık maalesef. Elbette eleştirinin odağına onun bir arkadaşı olarak en başında kendimi de katarak yazıyorum bu satırları.
Takdir edilmeli ki, zulüm altında inleyen, dili bile yasaklı olan, çocuklarına kendi dilinde ad koyamayan, ana dilinde eğitim hakkı bile olmayan Kürt toplumu gibi toplumlarda Mehmed Uzun gibi Kürt siyasetinin göbeğinden gelip sürgün diyarlarda "Ben artık edebiyat yapacağım, Kürtçe roman yazacağım" demek yürek isterdi 1980'li yılların Avrupa Kürt Diasporasında. Mehmed bütün riskleri, lanetlenmeyi, dışlanmayı ağır yalnızlaştırmayı göze alarak tam da bunları yaptı ve sineye çekti. Sonra peşpeşe Kürtçe romanları çıktı. Önceleri en azından bir iki yıl Kürtçeleri okunsun sonra Türkçeye çevrilsin istedi. 1990'lı yılların sonunda sürgün dönüşü Diyarbakır'a ilk gelişlerinde canlı tanığı benim "Kürtçe eserler ne kadar okunuyor" diye en çok merak ettiği konuydu.
İşte böylesine kültür üzerinden varlık yokluk mücadelesi yürütülürken Mehmed'in o devasa Kürtçe sonra da Türkçeye çevrilen romanları doğdu. Hawara Dîcleyê, Ronî Mina Ewîne Tarî Mîna Mirinê, Bîra Qederê, Sîya Ewînê, Tû ve diğerleri.
En verimli çağında amansız hastalık onu öte yakaya göçertti.
Hastalık sürecinde paylaşmıştı benimle 1945 Mahabad Kürt Cumhuriyeti yıkıldıktan, Qadî Mihemmed dahil önderler asıldıktan sonra Mela Mistefa Berzanî'nin beşyüz peşmergesi ile birlikte Rusya'ya akan "Uzun Yürüyüşü"nün son kalan yaşlı peşmergeleriyle Irak Kürdistanında yaptığı görüşmelerin, kayıtlarının, tuttuğu notların nasıl bir devasa destana dönüştürüleceğini heyecanla anlatmıştı.
Yine James Joyce'un Dublinlileri gibi Diyarbakır'ın 24 saatini anlatacağı bir şehir romanı yazmak istediğini ve diğer projelerini hep anlatmıştı.
Bütün notlarının beş yıldır evinde durduğunu bizzat kardeşi Mahmud son görüşmemizde paylaştı. Doğrusu mezarı başında 11 Ekim sabahı ne söyleyeceğimi düşünedururken en başında mutlaka söylemem gerekenin ve dikkat çekmem gerekenin bu nokta olması gerektiğini düşündüm ve söyledim.
Evet, Mehmed arkadaşımız 11 Ekim 2007'de hayata gözlerini yummuştu. Ardında sekizi roman olmak üzere 19 kitap bırakmıştı. Ama en az da yayınlanmış kitapları kadar notlar, kayıtlar ve malzeme bırakmıştı geriye. Başta da "Hewîyên Aeurbach" kitabının eskizlerini. İşte bu sebeplerle Mehmed Uzun'a borçluyuz diyorum. Çünkü geçen beş yıl boyunca başta yayınevi olmak üzere, ailesi ve arkadaşları olarak o malzemeden hiçbir kitap okuruyla buluşturulmadı. Bu sahiden merak ve tabii ki yazarın mezarında kemiklerini sızlatacak bir durum.
Özrü telafi etmek geç de olsa boynumuzun borcudur.
Mezar başında 11 Ekim sabahı bütün konuşmalar bittikten, Fatiha okunduktan ve çiçekler bırakıldıktan sonra Diyarbakır Ermenisi Udi Yervant uduyla Mehmed'in ruhuna gitsin diye şarkılarını söylerken hayatın garip tecellisi Dîyarbekir göğünde hâla bir yerleri bombalamak üzere giden askeri uçakların kulak tırmalayan sesi yankılanıyordu. Savaş uçaklarının homurtuları, udun tınısı ve udinin mahzun sesi birbirine karıştı, ben ise "özür...." diledim. Hiç kimseden değil öte yakaya göçmüş arkadaşım adına sadece görevini yapamamış bir arkadaş olarak kendimden...