Derler ki; Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksin. Hayatlarına, nasıl yaşadıklarına bakarak tabii ki! İnsan, yaşadığı hayatın ta kendisidir.
Sanırım bu kelama en uyan şahsiyet altı yıl önce aramızdan ayrılan Mehmed Uzun'du.
Daha yetmişli yılların başında henüz Siverek'te lise öğrencisi iken siyasetin tam da göbeğinde olan, zaten bu nedenle de erken mahpuslukla onyedisinde tanışan bir politik adamdır Uzun. Bu sebeple üniversiteli olduktan sonra Ankara'da yine beraber olduğu siyasi şahsiyetler içinde en gencidir ve en sorumlusudur belki de! Kürt politik dergisi Rızgari'nin yazı işleri müdürüdür.
Yargılandığı davalardan ağır hapislik Mehmed'i beklemektedir. Bu sebeple ayak sesleri duyulan 12 Eylül darbesinden dolayı erken uyarı almıştır. Ve darbeden önce yüzünü Welatê Xerîbîye'ye dönmüştür.
Uzak ve soğuk ülkeye gittiğinde neredeyse bütün Kürt sürgünlerinin siyasetle uğraştığını fark eder. Kendine bir karar vermiştir. Edebiyata yönelecektir ve siyasal aktivistlik anlamında siyaset artık Mehmed için öte yakada kalması gerekmekte ve kalacaktır da!
Alay konusu olmuştur. Edebiyat yapacaksın, roman yazacaksın ha! İyi, iyi yaz. Demişlerdir hemen tümü Mehmed Uzun'a.
İşte o noktada asıl başlamıştır Mehmed Uzun'un yalnızlığı.
Zaten, bir kitabına da ad olan ve "Kendine Ait Bir Dil Yaratmak" dediği edepli ve edebi dil aslında Mehmed Uzun'un ve edebiyatçının yalnızlaşmasının da bir diğer göstergesidir.
1983 yılında Tu (Sen) romanıyla başlayan bu yalnızlığın edebi serüveni tam da budur.
Sonrasındaki ve 2007 Ekiminde noktalanan 24 yıllık sonraki hayatı ve hayata sığan toplam 19 kitap adeta küllerinden yeniden doğan Modern Kürt Edebiyatının yakın dönem tarihsel sürecidir de!
11 Ekim 2013 sabahı Mehmed Uzun'un ölümünün altıncı yılı nedeniyle bir araya gelen arkadaşlarla Diyarbakır Mardinkapı Mezarlığındaydık.
Çok kalabalık değildik. Elli kişi dolayındaydık. Mehmed'in ailesinden de gelenler aramızdaydı.
Bu yazıyı Dîyarbekir'in bir başka büyük edebiyatçısı şair ve üstad Ahmed Arif adına düzenlenen Müze ve Edebiyat Kütüphanesinin avlusunda bütün avluyu göğü örtercesine kapamış ceviz ağacının altında yazıyorum. Yanımdaki masada yazıya başlamadan önce sohbet ettiğim üç genç arkadaş ve Udican Yervant kardeşim oturuyor. Gündelik siyasetten, edebiyattan, sinemadan konuştuk. Ümit veriyor genç arkadaşlar.
Mehmedin seveceği mekanlardan biri ve muhabbetine mutlaka sıcak bakacağı cevval gençler. Yazımı yetiştireyim diyorum izin veriyorlar.
Ben sabahki anmada kısa konuşup düşüncelerimi paylaştım.
Mehmed Uzun gibi inkâr ve talanla yüzyüze bir dil olan Kürtçeyle daha işin başında mağlup ve mağdur olarak işe başlamış bir büyük dil, hatta anadili ustası için böylesine yılda bir kez mezarı başında anma, anımsanma güzel değil. Hüzün verici.
Bu sebeple Mehmed beni bağışlasın, dedim. Belki diğerleri de anlı şanlı kurumları olan yazar örgütleri, yayıncıları, diğer arkadaşları düşünürler. Hêwîyên Aeurbach'ı büyük ölçüde yazmıştı Mehmed. Başka romanlarının tasarıları ve taslakları da vardı. İki gün önce İsveç'ten anma için gelen kardeşi Mahmut Uzun ile konuştum. Öldüğünde masasında ve kolilerde ne bırakmışsa olduğu gibi duruyor abi, dedi ve ekledi. Ne yayıncısı ne de başkaları el atmak tamamlamak için gayret göstermedi dedi, utandım.
Mezar başında da dedim, şimdi de yazıyorum. Me, efu bike kekê minê delal. Em deyndarê tene. Çapaçul düzenin pazarcıları, salt kitapların satılsın yeter demekle yetiniyorlar. Oysa sen dilin kemiğini kırmış, özünü halkına yadigar bırakmıştın. Seni unutturmaya çalışıyorlar Mehmed, ne olur bizleri affet. Ama unutturamayacaklar emin ol. Onların inadına yarım kalan işlerini has Kürt çocukları tamamlayacak. Rahat uyu Mardinkapı mezarlığında. Hani kendin yazıp mezar taşına nakşedilmesini geride bırakmıştın ya!
"Min welatêkî dur nivisî ji were her tişt.
İro nawa gelê xwe de bextewarim..."