Nurcan Baysal, Kürt kadınları içinde entelektüel de olsalar biriktirdiklerini yeterince paylaşamamış olanlardan sadece biri. Dişiyle, tırnağıyla, azmi ve çabasıyla rüştünü ispat etmişlerden. Özünde kendini “kalkınma”cılığa, hatta zor olana “kırsal kalkınmacılığa” adamışlardan. Bu vesileyle, Mektebi Mülkiye’yi bitirdikten sonra memleketi Diyarbakır’a dönüp torbasında nesi varsa halkı için kullanmaya karar verip uzun yıllar GAP Girişimci Destekleme Merkezinde koordinatörlük yapıp sonrasında “saha”ya inenlerden.
Danışmanı olduğu vakıf yapısı içinde sahada gözlemler ve araştırmalar yaparken yolu günün birinde Van Denizinin (Vanlılar “göl” olsa da göllerine deniz adını yakıştırırlar) kıyıcığında altı köy ile beş mezradan oluşan resmi olarak da adına “Bolalan Havzası” dedikleri bir havzaya düşer. Altı köy, beş mezra bileşiminin kendini var ettiği bir havzanın toptan adıdır aslında Kürtçe ismiyle Kavar.
“Büyük felaketlere” tanıklık etmiştir Kavar. Osmanlı devrinde Hanlara, Mirlere isyan edip boyun eğmemiş. Defalarca yakılan köylerini yeniden imar edip Han’ın inadına “halaya durmuş” inatçı bir belde Kavar. 1915 Soykırımında köyün sakinleri Ermeniler “kır” edilmiş, kırandan geçirilmiş. Sonra, seksen küsur yıl sonra 1990’da bu kez Kürt ve Kürtleşmiş tebaa sürgün, kıtlık kıran yemiş. Ona da eyvallah etmemişler, fırsat buldukça yavaş, yavaş köylerine dönüşün hesabını kitabını yapmış Kavar’lılar.
İşte birgün cesur ve kararlı bir “aktivist” çıkar ve saklı hakikati “faş” eder. Tatvan ilçesinin Kavar’ı böyle bir aşikâr oluşun hikâyesi.
Bütün diğer ve adları farklı ama aslında hepsi birer “Kavar” olan Kavar’ların yakın ve uzak geçmişlerinde bir “O Gün…”leri mutlaka var. Köyün yakıldığı gün, oğlunun, kızının, eşinin katledildiği gün, koruculuğa mecbur edildikleri gün, evin aile reisinin tandıra konulup devletin askeri tarafından yakıldığı gün, evladın kefensiz gömüldüğü gün ve daha nice “o gün…”ler.
Dolayısıyla en başında kitabın adının kitaba pek yakıştığını vurgulayarak başlamak en iyisi. Ve belki de kitabın kendisine ruh katan en önemli öğenin hikâyenin tek başına Kavar’a ait bir hikâye olmayıp, aynı zamanda Diyarbakır’ın ve diğer birçok Kürt yerleşkesinin de hikâyesi olduğu meselesi gerçekliği!
Hayat ve mücadele; değiştirici, dönüştürücü, “dil”e dahi müdahil olacağı bir süreç takibinin de bizzatihi habercisidir. Kitaba önsöz yazan akademisyen Şemsa Özar, iki yerde “Türkiye Kürdistan’ı” ifadesini kullanıyor. Ne kadar önemli ve anlamlı! Bunu bir Türk akademisyeni yapıyor. Belki kendisi değil, ama onun meslektaşları yıllar yılı “devlet ağzı” ile “Türk yurdu”nun bir parçası olarak telakki ettiler adına Türkiye Kürdistanı denilen mekânları.
Nurcan Baysal, zor olanı başarmış. Klasik sözlü tarihin sınırlarını hayli zorlamış. Yer yer kendisini de hikâyenin yaşanmışlıklarının içine “aktör olarak” katarak kitaba farklı bir ruh katmış, üstelik çocuklarıyla beraber. Ve elbette aydın sorumluluğuyla Kavar’lıdan yana sorumluluk üstlenerek “taraf” olmuş.
Kürdün kaderinin geçmiş yüzyıldan ve evveliyatından bu yana Ermeni halkıyla kavilleşmesinin ipuçlarını sunmuş Nurcan Baysal. Üstelik Kavar halkının dili ve ahengiyle! “Bu ceviz ağacı, Ermenilerden kalmış. Onlar ağacı dikmiş, bizler meyvesini yiyoruz.” Bu yönüyle O Gün, aynı zamanda bir toplumsal yüzleşmenin de kitabı.
O Gün, bir yerel hafıza kitabı. Ve dahi umudun yeniden yeşerişinin yakın tarih üzerinden bir okuması. Tek başına okuması değil elbette. Aynı zamanda toplumsal bilinçle birlikte mücadele, kararlılık ve azmin zaferinin yazılı metni olmaya da aday.
Bêrî yolu için yürütülen mücadele, su için devletle çatışmayı hedefleyerek örgütlenen çaba. Ekonomik kalkınma için daha önce denenmemişleri denemek! Sütü para eder hâle getirmek, organik balcılığı, seracılığı “geçer akçe” yapmak. Alternatif bir kooperatif örgütlemek! Bütün bunlar Kavar Havzasının artıları üzerinden bir varoluş meselesi.
Hani derler ya! Bir gün bir insanın yolu bir beldeye düşer. Beldenin kaderi değişir. Yıllar evvel bir film izlemiştim, Yağmurcu. Onu anımsadım.
Nurcan Baysal’ın O Gün’ü savaşın, felaketlerin, sürgünlerin, ihanetin çemberinden geçmiş bir çağ yangınının, devasa Kürdistan’a göre çok küçük diyebileceğimiz bir “havza”sındaki hikâyenin yeniden yazılışının bize okur olarak değen yüzü. Ne iyi ki beş yıl süreyle birlikte yaşa(n)mış ve sonra kitaba dönüşmüş. Sağolsun Nurcan.
Ama unutulmasın ki, Türkiye Kürdistan’ında adı Kavar veya değil, o kadar çok, Kavar var ki!
* Baysal, Nurcan. O Gün, İletişim Yayınları, 2014, İstanbul