Anlaşılacağı üzere, ülkede sürmekte olan ekonomik daralma giderek dar gelirliden çıkıp varlıklı kimselere de dokunmaya başladı.
Uyuyup kalkıyoruz zamlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Durduğumuz yerde saydığımızda da zamlar alıp başını gidiyor.
Ancak mevzuyu tersinden tartışıyoruz.
Yani mekanizmayı ateşleyen esas dinamiğe değil, onun sonucu olan küçük şeylere kitliyoruz kendimizi.
Bu gün devlet eliyle düzenli olarak ve otomatik zamlar kapsamında olan akaryakıt zamlarını hayatımızın normalleri arasında tutuyoruz ama küçük işletmelerin pazarladığı ürünlere olan zammı hayatımızın bombardımanı olarak kabul ediyoruz.
Daha net bir ifadeyle, devletin diğer bütün ürünleri direk etkileyen zamlarını kendi elimizle aklıyoruz sıradan bir üretici ürününün artışını da topa tutuyoruz.
Yazı başlığımızdaki gibi “Kriz yok!” ülkemizde.
Evet, kriz yok diyebilmek için ya deli olmalı insan ya da zaman kazanmak için rol yapıyordur.
Krizi tanımayan bir halk gerçeği ve krizin üzerinden kazanım peşinde olan bir iktidar kurnazlığını doğru okuduğumuzda göreceğiz ki kriz çoktan cebimizden evimizin bacasına doğru hızla yanıyor ve dumanlar ile kokular yaymaya başlamış.
Hal böyle olunca: Toprağı istediğiniz kadar işleyin eğer elde ettiğiniz ürünler pazardaki yerini alamıyorsa ve ekonomik olarak bir ağırlık kütlesi oluşturmuyorsa anlamalısınız ki tarım politikanız yoktur.
Ha keza hayvancılık için de bu durum aynısıdır.
Sanayisi de alım kuvveti olmayan bir tüketim karşısında yok olmuş demektir.
Yani insanların alım gücünü yükseltemediğiniz zaman karşı karşıya kalacağınız durumun özetini yukarıya yazdık.
Her ne hikmetse eleştirilecek ve cevap beklenecek adres belliyken tutup ufacık bir işletmeyi yermek ve ondan feragat beklentisi içinde olmak tercih ediliyor.
Bu, biraz da korkunun hakimiyeti ve olup bitenlerden habersiz olmanın belirtisidir.
Eğer “krizi” düşünmezseniz kriz yoktur.
Aslında algı da tam olarak budur.
Oysa ülke tahmin edilenin çok üstünde ciddi bir kriz ile karşı karşıya olduğu buradan çıkışın da neredeyse zor olduğunu bilmek için kahin olmaya gerek yok.
Kamu personeli alımı için boy boy ilanlar ve bu ilanlara katılan milyonlar her ne olursa olsun devlete kapak atmaya çalışanlar bu kadar çokken ülkeyi krizden çıkarmak zordur.
İş dünyasında ardı ardına iflaslar.
Küçülmeler.
Bunalımlar.
Buranın cazibesini mezara gömmüş.
Zira biliniyor ki; ayakta duran sektörlerde kamu ilişkili değilse çoktan yok olma yolunda ilerlemiş olurlardı.
Dediğim gibi; devlet şirket mantığı ile yönetilirse olacağı budur.
Kurtuluşu da yoktur.
Zaman uzar, iktidar ömrüne biraz daha ömür katar ama er geç karşı karşıya kalacağı tepkiyi görecektir.
Hakkari Üniversitesi.
Haa yeri gelmişken yerel bir meseleye de küçük bir dikkat çekmeli. Bilindiği üzere 8-10 yıl oldu Hakkari üniversitesinin hayatımıza isimle girişi. Sonra Yüksekova’yla olan bağının oluşturulması. 2 Milyon metre karelik arazi üniversite adına tapulu olmasına karşın bir türlü adı geçen toprağa kazma vurulmadı.
Yüksekokul Hakkari merkez de hizmet veriyor ancak adı “Yüksekova Yüksekokulu” olan bu okul, garip bir şekilde tüm girişim ve çabalarımıza rağmen olduğu yerden bir santim oynamıyor. Her şey normalmiş gibi görülüyor.
Oysa bir sorun var.
O da üniversitenin de Yüksekova’dan huylanması.
Yöneticilerin de.
İdarecinin de…
Bir başka bahar beklemekle geçen ömrümüze bir mezar da üniversite kazsın.