Kimileri edebiyatını yaparken / yazarken illa ki mekânı / mekânları doğrudan tarif ederek, hatta adını koyarak dillendirir. Çok iyi örnekleri var. Okuduğunuzda sahiden kendinizi metnin içinde bulur, ruhi durumunuza, ya da metnin sizi taşıdığı atmosfere göre keyif alır ya da hüzün duyarsınız.
Bir başka kimileri de metnin kurgusu dahilinde mekân(lar)ın adını koymaz, koysa bile hayali adları simgesel olur. Edebiyatında da mekâna ve hikâyeye dair “dolaylı anlatımı” tercih eder. Bu tercih ciddi yazı işçiliği, ustalık ister. Bu işçiliğin yakalandığı metinler hak teslimi anlamında harika metinlerdir. Okuyunca tadına varırcasına “hah işte, bu olmuş...” diyesiniz gelir, dersiniz de ve demekle kalmaz önerirsiniz de.
Son günlerde okuduğum iki kitap üzerinden (belki araya Orhan Pamuk’un Veba Geceleri’ni de eklemeliyim) yukarıdaki iki paragrafa gönderme yapacağım. Abdullah Aren Çelik’in Yediler Teknesi* ve Eylem Ata Güleç’in Uzak Değil** kitapları mevzuya konu olan.
“Uzak Değil” Öyküler, “Yediler Teknesi” ise Roman. İkisi de belli ölçülerde zamanlardan ve mekânlardan azade anlatıyı tercih etseler de; okuyunca mekân ruhu diye adlandırabileceğimiz olan biten onca vukuatın adeta bir flu film şeridine dönüşen yaşanmışlıklarla mekânlar üzerinden yeniden yüzleşme ihtiyacı duyuyorsunuz.
Uzak değil, 13 kısa öyküden oluşan 84 sayfalık bir kitap. ‘İncirin İnancı, Hayali Kırıntılar, Rüzgâr Eserse’ ve kısmen ‘Sayaç’ öyküleri yukarıda yazdığım tragedyanın ruhuna dokunanlar.
Hava kararınca hemen başlayacak olan sokağa çıkma yasaklı hâllerden söz ederken, aslında evi / evleri var iken, bir anda evsizleşen, yersiz yurtsuzlaşan ve bu sebeple “biz zaten sokakta sayılırız” demek durumunda kalanlar. Çünkü biliyorlar ki bir kez adı kanla yazılan coğrafyalarda “Buralarda kaç kere ölünür?” sorusunun cevabı “yaşamış sayılmayız zaten”dir genellikle...
‘Rüzgâr Eserse’ öyküsü iki kuşak dede torun üzerinden işin içine iletişim teknolojisini de katarak tam bir film hikayesi olacak kudrette bir öykü. Adına ‘Sihirdar Vadisi’ denilen bir internet oyun mekânının ve habire öldürülen hayali kahramanların aslında hemen yanıbaşlarında ölümleri pahasına yaşıyor olduklarının gerçekliği.
Yediler Teknesi, baştan sona kadar aynı kurguda. Çok naif, masumane başlayan adı adeta bir peygamberden müsemma Marangoz Eyüp’ün hikâyesi; artık yaşanamayacak hâle evirilen bir şehirden kaçarken kendisiyle yüzleşen bir seri katilin insan iskeletlerinden bir tekne inşa etme hikayesine dönüşüyor.
Çok sağlam bir kurgusu var Yediler Teknesi’nin. Zamanın mekâna, mekânların da sakinlerine merhamette hayli nankör davrandığı bir hikâyesi var metnin. Hatıraların hızla yitip gittiği, silikleştiği vakitlerde insan aklının da melekelerini yitirdiği adeta unutmaya meylettiği zamanlarda yeniden hatırlamanın erdemine işaret ediyor.
Her iki kitap da acıları ortaklaştırmayanların mekânları, kimileri için cehennem olurken “yaşam” zora düşerek adeta mekânlardan mümkün oldukça kaçıp göçmek yeniden yaşam kurmak için mecburiyete dönüşüyor. İşte o zora düşen vakitlerde yola düşmek yaşama yeniden tutunmak için kimilerinde “murad”a dönüşüyor.
Her iki kitabın da birbirine değen dokunan metinlerini okurken ve coğrafyanın adı konulmamış ama ruhu bilen okulda mahfuz mekânları ile yeniden yüzleşirken; birden fark ediyorsunuz ki; çaresizlik en kötüsü. Canlı olmadığını bildiğiniz ama herbirinde hatıralarınızın olduğunu yine iyi bildiğiniz eşyaların aslında sizinle birlikte anlam kazandığını ve bir anda yitip gittiğini...
Çünkü hikâyelerinizin asli kahramanları siz iken, sizin dışınızda birtakım muktedirlerce verilmiş ve uygulanmış kararlarla hayatın zulme eziyete dönüşme hallerine bir nevi tanıklık.
Yediler Teknesi ve Uzak Değil’i okurken bir anda ruhum ve bedenim beni Burhan Sönmez’in “Taş ve Gölge”*** romanına taşıyıp götürdü. Bir usta edebiyatçının ölümlülerin bağrında konaklayan mezar taşları Ustası adına ‘gavsono’ denen mülteci olup sonunda dünya yüzünde ancak bir mezarlığa konuk Avdo’nun hikâyesini yazmıştı.
Öyle bir coğrafyanın hem sanığı hem de mazlumu, mağduru ve tanığıyız ki; ölüler diyarından seslenir gibi eli kalem tutan iyi edebiyat örneklerine “tanış” oluyoruz.
Sahi, yazar dediğiniz nedir ki; sonuçta kalemi onuru olan insandan söz ediyoruz. Kirlilikleri saklamak için değil, açığa çıkarmak için yazanlardan yani...
Adından söz ettiğim bu kitapları yazanlar da bugüne, düne ve gelecek tahayyülüne dair sıkı, dolu-dizgin metinler yazmışlar...
Bize düşen okumak, hiç bir şey gelmiyorsa elinizden bari alıp okuyun. Pişman olmazsınız...
*Abdullah Aren Çelik, Yediler Teknesi, Everest yayınları, 2021
**Eylem Ata Güleç, Uzak Değil, YKY, 2021
***Burhan Sönmez, Taş ve Gölge, İletişim yayınları, 2021