"İşporta cenneti olan Kent; Gever" isimli yazımda yerel yönetimin dikkatini çekmeye çalışmıştım. Halkın büyük bir kesiminden gelen talepler ve itirazları dile getirmiştim sanırım itirazların ruhunu yansıtan bir yazı da oldu.
Tabi bu konu da cevabi yorumları da dikkate aldım.
Birlikte yaşadığımız kentin kurallarını ve demokratik yaşamın teamüllerini yine birlikte uzlaşarak, anlayarak konuşmayı sürdürüp, üst yaşama biçimini bulacağız, buna inanıyorum.
Sadece daha fazla gecikmeyelim yeter.
1934 yılından süre gelen zaman diliminde hizmete gelmiş belediye meclisleri ve başkanları ilçemiz için hizmet üretmemiş sadece hizmet ürettiğine inanmışlardır.
Bu iyi bişey değil.
Ama bunu yargılamaya kalkmak kimseye fayda getirmez.
Çözümün şimdi görevde olan belediye iktidarı ve gelecekteki belediye iktidarlarının elinde olabileceğini hep birlikte biliyoruz.
Doğal olarak, başka bir yerden medet umma çaresizce bir durum olur.
Barışık cümleler kurup, karışık kafamızı beladan kurtarmak bizim elimizde. Bizim birlikte yaratacağımız diyalog kanallarımız tabiî ki bizi tünelin sonundaki ışığa götürebilecektir. Ama yıllardır bize faydası olmayan, kısır tartışmaların içinde yoğunlaşmamız bizi bu ışığa gitmekte alıkoyuyor.
Kişileri tartışıyoruz…
Hep bir diğerini kötülüyor empatiden yoksun kalıyoruz.
Israrla bir suçlu arıyoruz. Israrla en zayıf noktayı bulup oradan kendimizi haklı çıkarmaya, aklamaya çalışıyoruz. Israrla inkar ediyoruz diğerini.
"dışarıdan gelenler" diyoruz.
"yerliler" diyoruz.
Israrla birbirimizi parçalıyoruz. Bir elimizde bıçak ısrarla dallarımızı bıçkılıyoruz. Bilerek ya da bilmeyerek bu kente kendi elimizle düşmanlık ekiyoruz.
Doğal olarak ısrarla yaşadığımız kente karşı sorumluluklarımızı erteliyoruz ve birbirimizi unutuyoruz.
Ne çok bölüyoruz kendimizi bir düşünün.
Ayarlarımızla oynuyoruz.
Bunun için kuralsız yaşamaya başladık, kurumlarımızı da kuralsız eyledik.
Herkesin elinde bir sopa, herkesin elinde bir kart, herkesin elinde bir koz… Kendimizi kandırıyoruz.
Onun için hep bir yanımız eksik.
Bir yanımız uçurum.
Korkak gibi davranıyoruz aslında kurnazız…
Kendimizi kandırıyoruz yine de kurnazlık taslıyoruz…
Ve ne zaman dara düşsek kirişi kırıyoruz… Sıvışıyoruz.
Sorumluluk almıyoruz. Hepimiz haklıyız. Haksız kimse yok. Oysa hepimizin bir saklısı var.
Birbirimizi anlayacağımız dilde değil, hep anlamayacağımız dili kullanıyor kafalarımızı karıştırmaya oynuyoruz.
Hasbelkader yaşamaya mahkum etmişiz kendimizi.
Duvarlarımız var aşamadığımız.
Ama unuttuğumuz bir şey var, biz birbirimizin kaderiyiz. Birbirimize mahkumuz çünkü gidecek başka yerimiz, yurdumuz yok.
Birbirimizi görmeye başlamalıyız…
Ve yaşadığımız bu şehri koklamayı öğrenmeliyiz…
Kötü kokulardan ve kötü görmelerden vazgeçmeliyiz.
Geç kaldığımız kadar kalmışız… Daha da ertelemeden birbirimize yaramızı gösterme zamanı geldi geçiyor bile…
Herkesi her kurumu bu manada sorumlu davranmaya teşvik edelim.
Kenti yönetebilecek her kimse o göreve talipli olsun.
Geverin gözleri görüyor artık.
O gözlerin hışmına uğramak istemiyorsanız, görevinizin farkına varın.
Kimse benim binanın kiriş-i kırılmaz demesin ve kimse bu suça göz yummasın.
Halkın tamamına ait kaldırımlara merdiven dikmenin, başkasının hakkına gasp olduğunu size hatırlatmaya gerek yok artık. Görevinizin bilinciyle tarihi sorumluluklarınızın farkına varın. Kendinizi ve kentinizi yönetin… Kirişi kırmayın.