"Yalnızca kendim olmaktan bıkmıştım" der Romain Gary, Emile Ajar takma adıyla yazdığı "Onca Yoksulluk Varken" kitabının yayınlanışından epey sonra! Bu söz sanki kitabın adına gerekçevari bir sözdür.
Yaşar Kemal üstad 1970 yılında Necmi Onur'a verdiği bir röportajda "Çağımızda insanlığın başına gelmiş ve gelecek olan en büyük felaket, yoksulluktur" sözünü boşuna söylememişti.
İşte iki büyük kalemin bundan yarım asır evvel birbirlerinden hayli uzakta yoksulluğa böylesine vurgu yapmaları boşuna değil(di).
Onca/bunca yoksulluk yaşanıyorken sanki "yokmuş/yaşanmıyormuş" gibi davranmak, çeşitli işlerle haşır neşir olmak! Hatta daha da ötesi yoksulluğu yoksullara "kader"miş gibi unuttururcasına ilahi bir tefsirle adeta yedirmek, dercetmek!
Yoksulluk meselenin bir yanıyken! Öbür yanı da zorbalık ve zulüm, eziyet!
İkili bir kıskaç misali insanın boynuna kement. Hem yoksulluk, hem zulüm...
Maalesef iliklerimize kadar upuzun bir süredir bu çağ yangını/felaketinde tam da bunu yaşıyoruz. Bir yanımız felaket misali yangın yeri adeta kimilerimize, öbür yanımız da güllük-gülistanlık sanki bir başka kimilerine!
Öyle değil hâlbuki!
Romain Gary "Polonya'da Bir Kuş Var" kitabında; "Bir gün; aç kalmak, üşümek yasaklanacak" istencini boşuna mı haykırıyor(du)!
Bir yıl kadar önce Keçi Burcunda açılan Ahmet Güneştekin'in "Hafıza ve Yüzleşme" sergisi üzerine Ankara merkezli politikaları savunan biri demişti ki; "Bu tür hafıza eksenli işler iyi değil, yeni yeni kabuk bağlamış yarayı tekrar kanatır. Unutturmak lazım. Unutturmak lazım ki, o unutturulanın yerine yeni bir yaşam oluşsun"!
İşte tam da bu yapılmaya çalışılıyor sanki şimdilerde.
Oysa kültür, sanat denilen işler; aslında amiyane tabiriyle "karın doyurur" işler değil. İnsan denilen eşref-i mahlukat'ın ruhuna, dimağına hitap eden işlerdir. İnsanın ruhu acıyla gark olmuşsa bilinçaltı dediğimiz her daim kusar.
Önceki gün trajedinin giriş kapısı olarak zihinlerde tazeliğini koruyan Diyarbakır Suriçi'nin Dört Ayaklı Minaresi'nin önünden geçiyorduk. Kalabalık bir yerli turist grubu fotoğraf çektiriyordu. Yanımdaki arkadaşım "şöyle dört sütunu derinlemesine kadraja alıp arka plandaki masada bir başına çay karesi ne güzel olur" dedi.
Bir şey diyemedim sustum. Çünkü orada hafızada tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkma konuşmasını yaptıktan hemen sonra tek kurşunla vurulmuş boylu boyunca yerde bir ölü yatıyordu. Ve izler koca oyuk şeklindeki deliklerle bazalt taş sütunların bağrında öylece duruyordu. O turistlerden biri elini o oyuklara sürüyordu!
Sahi şimdi kim, hangi vicdan ehli oralarda çay içip, festival eğlencesine katılacaktı ki!