Kelebek Eş Başkanın Yası

İrfan Sarı

Akşam karanlığı nihayet kapandı üstümüze. Az önce tören sahamız yani avlu da kapanmıştı. Burada usul böyle…

Gün boyunca Kelebek Eşbaşkanın cenaze töreni için yoğun, hatta hıncahınç bir telaşe içindeydik. Daha önce anlatmıştım size Kelebek Eşbaşkan’ın hikâyesini, dört gün boyunca asılı kaldığı avlu duvarından, takati bitince düştü. Bir müddet burada da yaşamayı sürdürdü, tüm çabalarımıza rağmen, tıbbi yardım kabul etmeyip en sonunda hayata çarçabuk gözlerini kapadı.

Hayat işte, bazen geç, bazen erken, bazen olmaz dediğimiz yerde kopuverir. Ve yok olur bütün canlar. Uzunca yaşayan kaplumbağalara göre hemen hiç yaşamazlar oysa kelebekler. Bunun üstüne bir de eş başkan olunca kopuverir kıyamet ve olan olur…

***

Dediğim gibi; dördüncü günün sonunda, kahverengi dövmeleri olan, iki kanadına nerden geldiği belli olmayan kirli beyaz iki beni var olan Kelebek Eşbaşkan ebedi istirahatine çekilmek üzere gözlerini hayata kapadı. Biz hücre arkadaşları ondan sonra; yasını tutmak ve cenaze töreni tertiplemeye karar kıldık. Akşam olup, kapıyı üzerime kapayınca, bahçeye açılan pencereden işaret diliyle anlaşmaya çalıştık.

*Bir gün yas tutacak, taziyeyi de bir günün sonunda bitirecektik. Hem uzun taziyeler israf. Ayrıca ölü evine uzunca bir matem havası düşüyordu. Bu da aile bireylerinin normal hayat akışına geçmelerinde gecikmelere neden oluyordu.

*Törenden sonra, cenazeyi beton kırıcımız olmadığı için, havalandırma boşluğuna bıraktık.

*Cenazeye katılan herkes, en cafcaflı giysilerini değil, günübirlik giysilerini ütüleyerek katılacaktı. Tabiatı gereği hüzün olacağından, biraz koyu renkler tercih edilmesine dikkat edilecekti.

*Cenaze töreninden sonra, hücre arkadaşları günbatımına, ya da kapılar kapanana kadar gelen misafirleri ağırlamakla sorumluydular.

Daha önceden planlandığı gibi herkes güneş vaktinde uyandı, kapılar açılır açılmaz avluya inildi. Ben varım, uğur böceği var, makas böceği var, karafatma var, tahtakurusugillerden bir böcek var ve kendisinin de adını bilmediği, nerden geldiği belli olmayan kabuklugillerden siyah böcek de var.

***

Geceden sürpriz olsun diye, cenazeyi bırakacağımız ve tören düzenleyeceğimiz yere, Diyanet Takvimi yaprağından bir gemi inşa ediyorum. Yelkenli olan cinsten tabii… Ben sürprizimi yapmadan onlar, büyük özveriyle gece boyunca, avlunun kenarlarına demet demet sarmaşık gülleri, ekim çiçekleri, Japon gülleri, o renklerine doyum olmaz saksı menekşeleri, yeşil yapraklıları, adını bilmediğim iri beyaz çiçekleri, krizantem çiçeğini, nergis, gül ve daha nice çiçekleriyle, her yeri döşeyeceklermiş ama olmamış. Çünkü bulunduğumuz avlu 7 metre yükseklikte, içimizde uçabilen bir tek uğur böceği… O da bu duvarları mümkün değil aşamaz. Gerçi, şu adını bilmediğimiz sanki Habeşistan’dan gelen böcekte bir sır var, ama neyse.. Biz de dün gelen mandalinanın yeşil yapraklarını oraya bıraktık, mandalinanın kabuklarını tütsü niyetine ortaya serdik ve dün gece yaptığım gemiyi de yan tarafa iliştirdik. Sonra cenazeyi bir diğer Diyanet Takvimi yaprağına bırakıp gemiye kadar omuzlarımızda taşıdık. Çok büyük bir hüzün vardı, ortalık matemden geçilmiyordu. Avlu duvarları, bütün bu olup bitenlere bakıyor ve ter atıyordu adeta. Oysa kasımın bu ilk günlerinde bu kadar sert bir soğuk olmasına rağmen, bu duvarların renk verir gibi ter vermesi pek akla oturmuyor, ama olsun.

***

Anlayacağınız bu kış zor geçer, benim üzerinde “Adalet Bakanlığı” yazılı battaniyem var.. Diğerlerini kendiniz düşünün!

Uğur böceği; her zamanki gibi alaşlı kırmızı ceketini giymiş, altımda siyah gömlek ve siyah pantolon var, iskarpinleri boyalı, parıl parıl parlıyor. Tam bir cenaze töreni elbisesi, diyemeyiz ama olanaklar ölçüsünde bu kadar olur.

Makas böceği; şeffaf, gül reçeli renginde uzun bir elbiseyle gelmiş, ayaklarında her zamanki gibi nemden berbat olmuş o sandaletler.  Gözlerine sürme çekmiş, tepesindeki şapkaya iki kuş tüyü iliştirmiş, oldukça havalı olmuş.

Karafatma; tam anlamıyla bir matem ve cenaze töreni giysisi kuşanmış. Keten kumaştan dik ve sert kabuğu andıran gömleği, ayaklarına giydiği pençesine kadar siyah babet ayakkabı son derece asil bir hava katmış kendisine.

Tahtakurusugillerden olan böcek; biraz sekiyor, dün onu yemek için gagasına alan kuş, tam avlunun üstüne gelince telaşla ağzında düşürmüştü. Bugün toprak renginde, üzerini piti kareler olan bir ceket giymiş, bıyıklarını gece boyunca kafasıyla girdiği yemek yağlarıyla cilalamış adeta. Bejden giydiği dar paça pantolonu çok modern…

Adını bilemediğimiz böceğin, Habeşistan’dan geldiğini düşünüyoruz. Onca yolu nasıl kat etti, bilemiyorum. Belki köleleri taşıyan gemilerde gizlice gelmiştir. Üzerinde İngiliz Kumaşı’ndan kolalanmış kapkara bir ceket var. Boynu şirin ve gösterişli bir fularla kaplanmış. Simsiyah çizmeyi andıran lastikleri kokuyor. Ama her şeye rağmen, bugünkü giyim tarzıyla, son derece uyumludur cenaze törenine.

Ben ise; yazlık spor ve beyaz bir ayakkabı giydim. Üzerine LC'den alınmış kurşuni bir kot pantolon geçirdim. Muazzam gri kazağım adeta parıldıyor. Bıyıklarım bir aylık ve yer yer siyah-beyaz karışımı… Yün ve gri renkli hırkamı da çekmişim üstüme, beyaz saçlarımla neredeyse şu derin çukurdan başım yukarıda duran masmavi gökyüzüne değecek. Uzun zamandır bu kadar şık ve karizmatik olmamıştım.

***

Böyle altı kafadar, pardon kader arkadaşı, ölen kelebek eş başkana yas tutmak ve son vazifemizi yapmak için hazırdık!

Ve tören başladı:

Söze ben başladım: “Elbette dünyadan ezenle ezilen arasındaki didişme-mücadele hep var olmuştur. Ve giderek aradaki makas açılıyor. İnsanoğlu avcılığı ve ardından buğdayı buldu. Kavga toprağa, oradan iktidara sıçradı. Doğa ana cömerttir ancak insanoğlu kaprisli, bencil, egolu ve doyumsuzdur. Ve insanoğlu örgütlü yaşıyor gibi görünen aslında bireyci yaşam tarzına adapte olmuştur. Doğa ananın uzun yaşayanlar ile gün gibi kısa yaşayanlar arasındaki adaleti sağlayamamasına anlam veremiyorum. Ama mutlaka “kısa çöp uzun çöpten hakkını alacaktır!” Bu ile vesile ile kısa yaşamında, uzun bir mücadele veren Kelebek Eşbaşkan’ın yolu aydınlık olsun” dedim ve sözü bitirdim.

Alkışlayacak gibi oldular. Bereket versin ki tez farkına varıp, aldıkları gazdan geri durdular.

Sonra sözü Uğur böceği aldı: “ Ben sanıldığımdan da fazla uğur getiren bir böceğim. Doğa ana bana uçmayı, yürümeyi ve koşmanın yanı sıra tırmanma yetenekleri vermiştir. Henüz kime uğur getirdiğimi bilmesem de aslında ben Uğur böceğiyim ancak bu avluda ne işim var onu anlamadım. Uçup gidemiyorum, galiba, bana uğur getiren her neyse o hala harekete geçmemiştir. Kelebek Eşbaşkan’a uğurlar olsun” diyorum.

Sırada makas böceği var: Tam söze başlayacaktı ki, bir uçak geçti üstümüzden, sanki avlunun damı oldu, o kadar yakın hissettik. Belli ki buraya yakın bir havaalanı var. Konsantresi bozulan Makas Böceği yeniden toparlandı, bu sefer Ezan sesi girdi devreye, bir uzun makamla söyledi ki müezzin, Ezan-i Muhammediye bitmek bilmedi. En sonunda sözü aldı Makas Böceği, “Biz sürünenler her zaman yükseklerde uçanların ayakları altında ezildikçe eziliyoruz. Kimsenin ekmeğinde gözümüz yok, mülkünde gözümüz yok, iktidar istemiyoruz, sadece adalet istiyoruz. Gerçi Kelebek Eşbaşkan da yükseklerde uçanlardandı ama ne yalan söyleyeyim hiç zararını görmedik. Dilerim ışıklar içinde olur.”

Karafatma ağlamaktan konuşamadı. Tahtakurusugillerden olan böcek de sinirlerine hakim olamadı, oracıkta bayılıverdi.

Habeşistan’dan gelen böcek söze başladı: “Biz, var olduğumuzdan beri dünyada hep diğerleri tarafından ötelendik, rengimizden ötürü. Ayrımcılığa tabi tutulduk. Bütün isyanlarımız kanla ya da kitle imha silahlarıyla, toplu ölümle cezalandırıldık. Haşere ilacı adı altında bize uygulanan gaz yüklü spreyler, kökümüzü kuruttu. Oysa biz doğadaki kir, pas, mikrop ne varsa dengeliyoruz. Doğaya zararımızdan çok, faydamız var. İsyan ediyorum.” dedikten sonra, ağlayarak sözünü kesti.

***

Sonra planda bir değişiklik yaptık. Avluda havalandırma bacası yoktu. Biz de Diyanet Takvimi yaprağından yaptığımız gemiye, Kelebek Eşbaşkan’ın naaşını koyduk ve kanalizasyon giderine bıraktık. Eğer Keban’a bağlanmışsa bu kanalizasyon, arkadaşımız Keban Barajı Gölü sularına kavuşacaktı.

Ve dediğimizi yaptık. Son bir hüzünle veda ettiğimiz naaştan sonra, yan tarafta taziyeye başladık.

İlkin bir güvercin sürüsü geldi. “Üzüldük” dediler.

Biraz sonra telaşlı telaşlı, beş-on serçe kuşu göründü. Kahrolmuşlardı üzüntüden… Kelebek sevdiklerini söylediler. “Çocuklar bizi taşlamazlarsa, çok lezzeti bunların etleri” dediler. Şaşırdık.

Daha sonra bir Karasinek geldi: “Vah... Vah”  dedi… “Kozasından daha yeni çıkmıştı! Nasıl acele etmiş böyle”

Ardından birçok Karasinek geldi.

Bir ara sivrisineğin biri geldi, burnu havalı: “Her canlı ölümü tadar! Elbette bizlere de sıra gelecek üzülmeyin. Yeni kelebekler gelecek ve dünya çok güzel olacak” dedi.

Tam o esnada: Bir tren çığlığıyla sarsıldık: buralara yakın raylı sistem geçişi var.

Velhasıl o gün gelen geçenin haddi hesabı yoktu… Sığırcıklar, kargalar, uçan ne varsa gelip gitti.

Akşam; avlu kapısı kapandıktan sonra, taziyemiz sona ermiş oldu.

Böylesi kısa bir ömre, uzun bir mücadeleyi bırakan Kelebek Eşbaşkan da anılarımızda kaldı…

 

19.11.2019 Elazığ 2 Nolu Yüksek Güvenlikli C.İ.K. D32 Koğuş.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.