1973 yılıydı, şimdiki “Esentepe” mahallesine taşındığımızda tanımıştım karayollarını.
O zamanlar “Pîzok” olarak da anılan mahallemizi sonraki belediye meclislerinden biri akilâne bir şekilde “Esentepe” olarak değiştirdiğini de hatırlatmam gerekiyor.
Evet, T.C. 117. Karayolları şubesini o yıllarda tanıdım.
Vakit yoksulluk vaktiydi.
Karayolları şube şefliğinin etrafına çekilen taştan istinat duvarı çok şaşaalıydı. Üstüne üç çemberin birleşmesinden oluşan figürlerden bir korkuluk yapmışlardı. Gelip geçerken oralardan “şunu söküp çemberlerine ayırmalı” diye içimden geçirdiğim çok olmuştu.
Çünkü yoksulduk ve demir çubuktan bir çember korkunç bir “hava” olurdu mahallenin diğer çocuklarına karşı.
Karayolları şube şefliği ve bahçesiyle ilgili hayli çocukluk ve gençlik anılarım var. Hatta bu mahalle çocuklarının tamamının birçok anısı vardır.
İlk çam ağacını orada tanıdım.
Okula başlarken çam ağaçlarının içinde olduğu metinler geçerdi ünitelerde, hiç yabancılık çekmedim o yüzden. Çam kozalağının tutuşma hızını da öğrendiğimde ateşi icat etmiş gibi sandım kendimi.
Eski mahallemiz neredeyse ağaçsızdı. Birkaç söğüt birkaç kavaktan başka ağaç görmemiştim hiç.
Ama Karayolları bahçesinin içinde her türlü ağaca rastlamak mümkündü.
Tabi “Akbıyık” ailesinin mülklerinden yükselen karakavak ağaçlarının da hakkını yememek lazım.
Güzel bir mahalleydi “Taxê Pîzok”
Bahar başlar başlamaz yeşil kendini gösterirdi. Tertemiz yeşil renkli bitkiler göz alıcıydı. “Akbıyık” ailesinin yoncalarında yemlik toplamak genç kızların işiydi. Tepelere doğru “Tûsî” bitkisinin örtüsü düşerdi ki; çiğ çiğ yemesi çok zevkli olurdu. Dikenli olmasına karşın “Tûsî” vazgeçilmezlerin arasındaydı.
Şimdilerde askeriyenin tel örgüyle çevirdiği Pîzok tepesinin eteklerinde ilkbahara düşen bitkilerin başını tabi ki kenger çekerdi.
Sonra: Sonrasını sormayın. Artan nüfus, boşaltılan köy politikalarıyla birlikte söz konusu alanlar özelliğini yitirmeye başladı. Sırasıyla, belediye politikaları, askeri vesayet, işsizlik, buradaki toprakların doğal gelişimini değiştirdi.
Son parça “karayolları bahçesi” olarak kalmıştı.
Onu da; gittiğim Ankara görevi dönüşünde maalesef kısmen bitirilmiş olarak bu gün gördüm.
Bu yıl Yüksekova, tarihinin kara sayfalarını bir bir çeviriyor.
Doksanlı yılların o meşhur “faili meçhul” cinayetler ve her gece aynı aralıklarla yapılan taciz ateşlerinin ardındaki en acı yılı Yüksekova’nın şüphesiz bu yıldır.
Tank atışlarıyla yerle bir edilen ev ve apartmanlar, iş yerleri, dükkânlar…
Kapı-penceresi kırılmak suretiyle aranıp ve soyulan kalan hanelerden sonra bugün o çocukluk ve gençlik çağımdan kalma son yeşil parçası da betonlaşmaya yeni bir alan oldu.
Gerçi belediyeye ait yolun genişletilmesine yönelik olduğu söyleniyor bu çalışmanın ama bu çalışmada ilk olarak yeşilin talan edilmesiyle başlamış.
Bir geldim ki çam, söğüt, akasya ve kavak ağaçlarının köküne elektrikli hızar vurulmuş ve ağaçların yaşlı gövdeleri sobalık olacak şekilde kütüklerine ayrılmış.
Daha yeni yeşile açmış dallar yerde ölmüş şekilde duruyor.
Bir yol açılacak diye ilkin ağaçlar kesilmiş, yani başka hiçbir çalışma başlamadan önce ağaçlar parça parça edilmiş.
Şantiye için İki üç konteynır yerleştirilmiş kesilen ağaçların yerine.
Taştan örülü o eski istinat duvarı hala yerinde, üstlerinde yılların yorgunluğuna dayanamamış paslı tel örgüler.
Yakıldı bu sene Yüksekova…
Bombalandı…
Şimdi de kalan birkaç ağaçta kesildi. 40-50 yaşındaki ağaçlar bir saniye bile düşünülmeden kesilmiş. Kıyım kıyım edilmiş.
Yol genişleyecek diye.
Nereye gidecek?
Pîzok köyüne, hepsi mahallenin kıyısında duran ve 50 haneyi bulmayan yere..
Başka da gitmez o yol.
Sanki bin dokuz yüz elli yıllarından kalma değilmiş gibi şehirlerarası yollarımız.
Mahalle kenarlarına ağaç kesilerek yol götürüyor devlet baba!
Devlet babanın baba adamları çalışıyor.
Ne diyelim.
Çalış-ın babam çalış-ın!..